Kardeşlik, sadece türkülerde kalmasın!
90'li yillarin basi, Kürt müziginde yeni bir dönemin basladigi yillardir. O zamana dek, bu alanda tek isim vardi; Sivan Perwer... Sesini bir saksafon gibi kullanan Sivan, 70'li yillarin ortalarindan baslayarak günümüze kadar ayni gelenegi sürdürmüs ve bu alanda neredeyse "tek ses" olmustu. 1992 yilinda Kürtçe'nin üzerindeki yasagin kalkmasiyla birlikte, bu alanda kelimenin tam anlamiyla bir "patlama" yasandi. Pes pese kasetler çikti, ardi ardina müzik gruplari kuruldu. Sivan'i ve geleneksel Kürt dengbejlerini disinda tutarsak, bu ise baslayan herkes bir "arayisla" giristi ise. Komsu müziklerin fazla etkisindeydiler. Ahmet Kaya'nin öncülügünü yaptigi, bir tür Türkiye'ye özgü "protest" müzigin çok daha fazla çekim alanindaydilar. Taklit agir basiyordu. Arabesk tinilar agirliktaydi. Makamlar çok tanidikti. Bir tek farklari vardi bu grup ve müzisyenlerin, sarkilarinin sözleri. Sözleri Kürtçe'ydi. Ve bu sözlerinin Kürtçe olmasindan baska hiçbir özellikleri yoktu. Hemen hemen hepsi, o zamana kadar egemen söyleme ihanet etmeden, kimilerinin "sol arabesk" adini verdigi, içinde çokça devrim, ihtilal, dag, gerilla, ölüm ve kusatma gibi sözcüklerin geçtigi sözler seçiyordu. Makamlari, akranlari Türkçe müzik yapanlarindan farkli degildi. Bir tek zaman zaman girtlak yapilari kendilerini ele veriyordu. Bu alanda zaten bir enflasyon yasaniyordu, bir de üstüne Kürtçe "tuhaf bir müzik" yapanlar eklenince, piyasa girtlagina kadar doydu. Ve bir yerlerde yavas yavas duyulmaya baslanan bir ses, bir öncülügün de sembolü oldu. Ciwan Haco, bir curcunanin yasandigi piyasaya, "etno-caz" in çok iyi örnekleriyle girince, farkli bir kanal daha açilmis oldu.
Iste tam bu dönemde "Kardes Türküler" ortaya çikti.
Anadolu bir halklar galerisiyse, bu galeride kendine yer edinmis bir o kadar ses var. Insanoglunun konusmaya baslamadan önce kendini ifade ettigi bu sesler, zaman zaman birlesmis, tek bir ses olmus. Ancak bu "bir ses", hiçbir zaman "tek ses" olarak telakki edilmemis. Herkes ötekinin sesini bastirmadan, kendi sesini ötekinin sesine yaklastirmis, birbirine özenmis. Rumlar, Ermenilerin türkülerini kiskanmis, Gürcüler Lazlar'a yaklasmak istemis. Türkler, girtlaklarini Kürtler'in girtlagina benzetmek istemis, Süryaniler Kürtler'e çok türkü ödünç vermis, Kürtler Türkler'e bir o kadar türkü bagislamis. Yüzyillar boyunca bu böyle olmus. Yapilan bütün savaslar, girisilen bütün katliamlar bu durumu degistirmemis. Savaslar, katliamlar, kiyimlar hersey yapabilir, bir tek kültürel alisverisi engelleyemez. Hele kültürel alisveris güçlüyse, savaslar da uzun ömürlü olamaz. Benzer yasama aliskanligi, iç savaslarin panzehiridir her cografyada.
Bogaziçi Gösteri Toplulugu, "Kardes Türküler" adini verdikleri ilk albümlerinde, iste böylesi iç içe geçmis, birbirine birinci dereceden akraba kadar yakin türküleri seslendirerek çikti ortaya. Yukarida sözünü ettigimiz "sol arabesk" veya "protest" müzik yapanlardan da hemen ayrildi.
Çünkü bir membadan besleniyorlardi onlar. Membanin suyu gürül gürüldü. Tükenmez bir kaynakti. Bin yillarin geleneginden süzüp gelmisti. Arkasina Anadolu'nun tarihini aliyordu bu gelenek. Savaslardan çikmisti, kitliklardan arta kalmisti, tufanlari atlatmisti, boranlara açmisti gögüsünü. Firtinalarla basetmisti, rüzgarlarda savrulmustu. Attan düsmüstü, develere binmisti, çölleri asmisti, daglara gögüs germisti. Akinlara karsi koymustu, kiyimlara direnmisti.
Ufka çömelip cigara sararken Mezopotamya ovasina karsi bir Kürt, "De bila beto" (Haydi gelsin) diyordu. Gelmesini istedigi sey, ona Erbil ovasindan hurma, Hama'dan nar serbeti getirsin istiyordu. Bir Arap, elindeki ipek mendilde kilicini sinarken, "asfur" diyerek kuslarin türküsünü söylüyordu. Zaza bir Alevi dedenin sesi Munzur çayina karisiyordu, mese agaçlarina dolanan ses, Dersim daglarinda gezenlere yalnizligini unutturuyordu. Kayip kültürlerin izini süren bir gezgin, Yezidiler'e rastliyordu Lales'te, Daril Zaferan kilisesinin serin avlusundan çikan bir Süryani, Berçelan yaylasinda yaylayan sevgilisine "gudi" (yayik) türküsünü götürüyordu. Tokatli bir Türk kizi, sabahin ayazinda, burçak tarlasina burçak yolmaya gidiyordu. Enver Pasa'nin çizmesi altimda ezilmis, Sarikamis katliamindan arta kalmis bir Ermeni, "Sari Gyalin"e agit yakiyordu. Bir Gürcü delikanlisi "satrpialo" diyerek, sevdigine sevdasini haykiriyordu. Kürtler govend'e, Türkler halaya, Ermeniler dügüne, Aleviler semaha durmustu. Göge yükselen zilgitlar, ayni çati altinda, ayni toprak üzerinde yasamanin bulunmaz nimetini haykiriyordu. Anadolu'nun her kösesinden çikan sesler, gelip hepsinin entelektüel olarak mayalandiklari kadim kent Istanbul'da birlesiyor, iki dilden, Türkçe Kürtçe "Kara Üzüm Habbesi" türküsünde sembollesiyordu.
Ve iste kizilca kiyamet de burada kopuyordu. Parçanin yarisi Kürtçe oldugu için hiçbir müzik kanali "Kara Üzüm Habbesi'nin klibini yayinlamiyordu.
Anlatir misiniz bana bu türkünün, her gün çaldiginiz Sibel Can'in "Berivanim"indan, Servet Kocakaya'nin "Keke"sinden Mahsun Kirmizigül'ün "Kardeslik Türküsü"nden, Ibrahim Tatlises'in "Tombol tombul memeler"inden farki ne Allahaskina? Içinde bir kaç kelime Kürtçe geçmesi mi? Hani kardestik? Hani herkesin dilini kullanmasi evrensel bir insan hakkiydi? Hiç mi kardesinizin hakki yok yaninizda? Kardes kardese bunu yapar mi Allahaskina? Elinizi vicdaniniza koyun ve Çanakkale Savasi'nda, Kibris çikartmasinda Türk kardesleriyle ayni amaç ugruna ölen ve adina anitlar diktiginiz Hakkarili, Bitlisli, Diyarbakirli ölmüslere -ki ölüme gidene kadar bu türküler hiç birinin dilinden eksik olmazdi- izah edin bakalim bu yasagi. Söyle mi diyeceksiniz:
Bu vatan için ölebilirsiniz, ama dilinizi kullanamazsiniz! Öyle mi?
MUHSIN KIZILKAYA
6 Agustos 2000
Yeni Binyil Gazetesi
Iste tam bu dönemde "Kardes Türküler" ortaya çikti.
Anadolu bir halklar galerisiyse, bu galeride kendine yer edinmis bir o kadar ses var. Insanoglunun konusmaya baslamadan önce kendini ifade ettigi bu sesler, zaman zaman birlesmis, tek bir ses olmus. Ancak bu "bir ses", hiçbir zaman "tek ses" olarak telakki edilmemis. Herkes ötekinin sesini bastirmadan, kendi sesini ötekinin sesine yaklastirmis, birbirine özenmis. Rumlar, Ermenilerin türkülerini kiskanmis, Gürcüler Lazlar'a yaklasmak istemis. Türkler, girtlaklarini Kürtler'in girtlagina benzetmek istemis, Süryaniler Kürtler'e çok türkü ödünç vermis, Kürtler Türkler'e bir o kadar türkü bagislamis. Yüzyillar boyunca bu böyle olmus. Yapilan bütün savaslar, girisilen bütün katliamlar bu durumu degistirmemis. Savaslar, katliamlar, kiyimlar hersey yapabilir, bir tek kültürel alisverisi engelleyemez. Hele kültürel alisveris güçlüyse, savaslar da uzun ömürlü olamaz. Benzer yasama aliskanligi, iç savaslarin panzehiridir her cografyada.
Bogaziçi Gösteri Toplulugu, "Kardes Türküler" adini verdikleri ilk albümlerinde, iste böylesi iç içe geçmis, birbirine birinci dereceden akraba kadar yakin türküleri seslendirerek çikti ortaya. Yukarida sözünü ettigimiz "sol arabesk" veya "protest" müzik yapanlardan da hemen ayrildi.
Çünkü bir membadan besleniyorlardi onlar. Membanin suyu gürül gürüldü. Tükenmez bir kaynakti. Bin yillarin geleneginden süzüp gelmisti. Arkasina Anadolu'nun tarihini aliyordu bu gelenek. Savaslardan çikmisti, kitliklardan arta kalmisti, tufanlari atlatmisti, boranlara açmisti gögüsünü. Firtinalarla basetmisti, rüzgarlarda savrulmustu. Attan düsmüstü, develere binmisti, çölleri asmisti, daglara gögüs germisti. Akinlara karsi koymustu, kiyimlara direnmisti.
Ufka çömelip cigara sararken Mezopotamya ovasina karsi bir Kürt, "De bila beto" (Haydi gelsin) diyordu. Gelmesini istedigi sey, ona Erbil ovasindan hurma, Hama'dan nar serbeti getirsin istiyordu. Bir Arap, elindeki ipek mendilde kilicini sinarken, "asfur" diyerek kuslarin türküsünü söylüyordu. Zaza bir Alevi dedenin sesi Munzur çayina karisiyordu, mese agaçlarina dolanan ses, Dersim daglarinda gezenlere yalnizligini unutturuyordu. Kayip kültürlerin izini süren bir gezgin, Yezidiler'e rastliyordu Lales'te, Daril Zaferan kilisesinin serin avlusundan çikan bir Süryani, Berçelan yaylasinda yaylayan sevgilisine "gudi" (yayik) türküsünü götürüyordu. Tokatli bir Türk kizi, sabahin ayazinda, burçak tarlasina burçak yolmaya gidiyordu. Enver Pasa'nin çizmesi altimda ezilmis, Sarikamis katliamindan arta kalmis bir Ermeni, "Sari Gyalin"e agit yakiyordu. Bir Gürcü delikanlisi "satrpialo" diyerek, sevdigine sevdasini haykiriyordu. Kürtler govend'e, Türkler halaya, Ermeniler dügüne, Aleviler semaha durmustu. Göge yükselen zilgitlar, ayni çati altinda, ayni toprak üzerinde yasamanin bulunmaz nimetini haykiriyordu. Anadolu'nun her kösesinden çikan sesler, gelip hepsinin entelektüel olarak mayalandiklari kadim kent Istanbul'da birlesiyor, iki dilden, Türkçe Kürtçe "Kara Üzüm Habbesi" türküsünde sembollesiyordu.
Ve iste kizilca kiyamet de burada kopuyordu. Parçanin yarisi Kürtçe oldugu için hiçbir müzik kanali "Kara Üzüm Habbesi'nin klibini yayinlamiyordu.
Anlatir misiniz bana bu türkünün, her gün çaldiginiz Sibel Can'in "Berivanim"indan, Servet Kocakaya'nin "Keke"sinden Mahsun Kirmizigül'ün "Kardeslik Türküsü"nden, Ibrahim Tatlises'in "Tombol tombul memeler"inden farki ne Allahaskina? Içinde bir kaç kelime Kürtçe geçmesi mi? Hani kardestik? Hani herkesin dilini kullanmasi evrensel bir insan hakkiydi? Hiç mi kardesinizin hakki yok yaninizda? Kardes kardese bunu yapar mi Allahaskina? Elinizi vicdaniniza koyun ve Çanakkale Savasi'nda, Kibris çikartmasinda Türk kardesleriyle ayni amaç ugruna ölen ve adina anitlar diktiginiz Hakkarili, Bitlisli, Diyarbakirli ölmüslere -ki ölüme gidene kadar bu türküler hiç birinin dilinden eksik olmazdi- izah edin bakalim bu yasagi. Söyle mi diyeceksiniz:
Bu vatan için ölebilirsiniz, ama dilinizi kullanamazsiniz! Öyle mi?
MUHSIN KIZILKAYA
6 Agustos 2000
Yeni Binyil Gazetesi
yilmaz - 25. Feb, 23:09
Trackback URL:
https://yilmaz.twoday.net/stories/541390/modTrackback