pen36 header icon36

KOESHEM

Thursday, 16. December 2004

Ezberi bozulmak

"Ezberi bozulmak" diye, çokça kullanılan bir kavram var. Ortaya çıkan yeni sorunlara eski söylemler veya yaklaşımlar çerçevesinde yanıt bulunamayacağını anlatıyor. Ancak çokça kullanılmasına karşın, bu kavramın anlamını her zaman buduğunu söylemek mümkün değil. Çoğunlukla ortaya çıkan her konuda eskisinden farklı şeyler söyleyebilmek şeklinde anlaşılabiliyor. "Ezber" denilen şey, eski dünyanın eski eleştirisi ise (aslında ona ezber demek ne kadar doğru ayrı bir mesele,) onun yerine konulacak olan şey de yeni küreselleşmiş dünyanın yeni, bütünsel bir eleşririsi olabilir.

Burada yeni sorunlara karşı eski ezberleri tekrar edip durmanın yanısıra, asıl içine düşülebilecek hata, "eski ezberler" bozulduktan sonra, gündeme gelen her konuda hiçbir "ezber" olmadan, yani yeni küreselleşmiş dünyanın doğru bir kavranılışına sahip olmadan, tek tek konuların kendi sınırları ve cazibeleri çerçevesinde yanıtlar aramaktır.

Böyle bir yaklaşım, sonuçta her gün bir başka limana yanaşan, dümensiz bir gemiyle yapılan bir yolculuğa benzeyecektir.

Buna en güzel örnek bu günlerde gene yoğun bir gündem oluşturan AB konusudur. Bu konuda solda içine düşülen en büyük yanılgı, konunun küreselleşmeyle olan bağlantısını kopartarak, tekil bazı konularda getireceği bazı olumluluk veya olumsuzluklar çerçevesinde yanıtlar aranmasıdır. Bu açıdan örneğin M. Altan gibi, küreselleşme sürecini çok olumlu bir dünyaya gidiş olarak değerlendiren AB savunucuları, onunla aynı argümanları savunmakla birlikte küreselleşme sürecine karşı duruş savunduğunu söyleyen AB savunucularına göre çok daha tutarlı bir yerde durmaktadır.

Bu konularda en çok karşılaştığımiz eleştiri veya düşüncelerden birisi "iyi güzel de, ne yapmak lazım?" şeklinde.

Bu bir bakıma doğru bir soru.

Gelişmeler karşısında ne yapmalıya dair söylenenler olsa bile bunların hayattaki karşılığı somut olarak görünemiyor. Her şey, biz onlar hakkında ne dersek diyelim, nasıl yorumlarsak yorumlayalım, kendi mecrasında akıp gidiyor.

O zaman, alternatif bir süreci hayata geçiremedikten sonra, söylenenlerin ne anlamı var denilebiliyor.

Ancak buna rağmen yaşanan olayları ve gelişmeleri doğru kavramak, her şeyi yaşanan çağın bütünselliği içinde yerli yerine oturtmaya çalışmak çok önemli.

Yaşanan küreselleşmiş dünyanın alternatifi, onun doğru bir anlamlandırmasına/ kavranılışına dayanan eleştirisinden çıkabilecektir.

Bugün için, hayattaki somut karşılığını henüz göremiyor olsak da...

Oğuzhan Müftüoğlu

Wednesday, 15. December 2004

Rüzgar


Rüzgar degirmeni orada degil,ama ruzgar orada.
Van Gogh

Wednesday, 8. December 2004

Solculuk...

Bugüne dek hep sol halkın fotoğrafını çekti. Sınıf tahlilleri yaptı; "küçük burjuvazi şudur, proletarya budur" dedi. Bu arada sol elbette kendi fotoğrafını da çekti. Kendi dışındaki solu kıyasıya eleştirdi, ara sıra özeleştiri yaptı. Bu özeleştirilerin en anlamlısı "kendi iç sorunlarımızla, tartışmalarımızla boğulmayalım, yüzümüzü halka dönelim" şeklinde olanı. Peki sol yüzünü halka dönünce ne olacak? Bu kez halk solun yüzünü görecek, yani onun fotoğrafını çekme imkanına sahip olacak! Halkın kadrajından görünen solculuk pek yakışıklı ya da güzel olmasa gerek.

Eskiden, yani 1970'li yıllarda, kahveye bir solcu geldiğinde, hemen herkes onun masasının etrafında toplanırdı... "Akıllı adamdır, memleket meselelerini bilir" denirdi. Solcunun, devrimcinin önerdiği yapılırdı-yapılmazdı ayrı bir şey... Ama solcu olmak, toplum içinde itibarlı bir yere sahip olmaktı... Şimdi? Mesela kendine solcu diyen bazı örgütlere bakınca, halkın indinde Hizbullah ile bu tür çok harfli sol, devrimci örgütler arasında bir fark var mı? Solcu olmanın bir itibarı var mı?

Tanıl Bora geçen gün köşesinden beni de "bu minval üzere" dürtükledi... Sol adına yapılması gerekenler, geçmişte yaptıklarımızın basit tekrarı değil ama, şu hususta artık mutabıkız: İslamcılar bizim yaptıklarımızı taklit ettiler başarılı oldular, bu arada biz geçmişte yaptıklarımızı da unuttuk... Günlük maişet derdine düştük, yolunu kaybedip hayatını kazananlar kategorisine girdik. Bari hiç olmazsa, kendi hafızalarımızı tazeleyelim.

Tarikatçılığı boş verin ama "komünist" ne demektir? Komün-ist, yani komüncü olmak değil mi? Komün ise en kısa tarifiyle eşit ve özgür ilişkiler kurarak ortaklaşa ve dayanışarak yaşamak... Peki bugün bu özelliğe haiz hangi sol sendikal çalışma var? Hangi siyasi parti? Solculuk sadece meydanlara çıkıp bir takım özgürlük taleplerinde bulunmaktan; sol sendikacılık sadece üyelerinin ekonomik menfaatlerini korumak için yasal düzenlemeleri eleştirmekten mi ibaret?

Haydi bunları geçelim ve başka bir şey soralım: Bu ülkenin insanlarının en başta gelen derdi nedir? Geçim derdi! Madem birey olarak solcuların çoğu da hayatını kazanmak için didinmek zorunda. öyleyse.. Yaşadıkları sokakta kendi aralarında "komün" yaşantısı benzeri bir tarzı neden akıl etmezler ki? Her şeyden önce, ele verir talkını... durumundan kurtulmak için. Mesela, kış geldi işte... Toptan, ortaklaşa kömür alıp ucuza getirebilirler. Bakkaldan, manavdan alışveriş yapmak yerine, bir kamyonet tutup ihtiyaçlarını halden ve toptancıdan ortaklaşa karşılayabilirler. Her gün eve et almak mümkün olmadığından, ayda yılda bir ortaklaşa koyun almak, eğer müsaitse mahallenin ortasında şölen düzenler gibi kavurmasını yapmak... Kimi zaman ortak kazan kaynatmak... Ya da apartman ortamına müsait benzeri güzellikler peşinde koşmak. Bunları yaparken, içimizden ve belki de "dışımızdan", parası yetmeyenleri de bu şölene katmak... Pek mi akıl dışı? Pek mi ütopik? Yoksa bunları da "devrim sonrasına" mı ertelemeli? Yoksa bunları yapınca bizi devrimden, devrimcilikten vazgeçmiş mi sayarlar?

Biliyorum, bunlar pek naif ya da düpedüz saftorik, aykırı öneriler olarak görülecektir. Solculuğun kendisi de zaten naiflik, saftoriklik (dürüstlük!) ve aykırılık değil midir? Ama şurası var ki, iktisadi sorunlarını (geçim derdini!) beraber çözebilenler, diğer sosyal ve kültürel dayanışmanın çeşitli biçimlerine de dört elle sarılma alışkanlığı edinirler. Bu komüncü alışkanlıkla, mahalledeki cenaze, düğün, şenlik gibi her topluluksal olayın içinde en önde yer alabilirler. Siyaset yaptıklarında da inandırıcı olurlar. Çünkü durdukları yerde sosyalleşmişlerdir; bencilliklerini törpülemişlerdir. Peki bundan ne çıkar?

Merak etmeyin, mutlaka mahallenin kahvesinde biri kalkar şöyle der: Ey millet duydunuz mu? Filanca sokaktakiler kafayı yemiş herhalde, kendilerine solcu diyorlarmış ve şöyle şöyle işler yapıyorlarmış. Okey oynayanlar mutlaka başlarını kaldırır ve bu tuhaf dedikoduyu dinlerler. Solculuğun itibarına hiç olmazsa bir kertik atılmış olur...

Geçen hafta gerçi şu "dışarıdan bilinç" konusunda ileri geri laflar ettim ama, ben de farkındayım, bu iş bu kadar basit değil. Lakin mevcut durumda, gelinen noktada, eskisi gibi olmayacağını anlatacak kadar da basit işte. Solcu aydınlar ile halk arasındaki ayrım kuşkusuz sürecek... Halkımız da kuşkusuz gökten vahiy inip kendiliğinden bilinçlenmeyecek. Dışarıdan bilinç taşıma stratejisi üzerine kurulu toplum mühendisliğinin inşaatları çöktüğüne göre; mühendislerin amele, amelelerin de mühendis olabileceği bir başka inşaat üzerine kafa yormak, başka tür bir bilinçlenme tarzı araştırmak... İşte yeni tarz solculuk da böyle bir şey olsa gerek; ve bunun için ve daha çook yorulmak ve tartışmak gerek. Ah bir de kısa yazmayı becerebilsem...

Melih Pekdemir

Thursday, 2. December 2004

Kalkınmamız kaç?..

MUTLU haber geç gelir:

‘Türkler artık haftada üç kez seks yapıyor...’

Daha önce bu rakam iki idi, 2004’te üçe çıktı.

Gördüğünüz gibi araştırmacı gazetecilik hiçbir şeyin peşini bırakmıyor, bunu da işte sizlere duyuruyor.

Beni etkileyen yanı; artışın ikiden üçe çıkması değil, bu artışın sebebi...

Çünkü sebep şöyle:

‘Ülkede sağlanan istikrar ve ekonomideki düzelme...’

*

Sanırım anladınız.

AKP iktidarının, Türk erkeğinin iktidarını dahi artıracak kadar müthiş başarısı, bilmiyorum daha iyi nasıl anlatılırdı.

Enflasyon iniyor, dolar iniyor, faizler iniyor.

Bu kadar şey inerken ‘Hani kalkınma yok mu?’ derseniz; haftada üç...

Bu durumda Ecevit iktidarı başarısızdı. Destek olarak Kemal Derviş, ABD’den özel olarak getirilmişti.

Yine de; haftada bir-iki...

Demirel iktidarları?

Süleyman Bey zamanında, arada bir de ülkenin istikrarı ve ekonomisi darbelerle kesildiği için değil iki-üç, bu hadise ortalama olarak 0.1’e tekabül ediyordu.

AKP iktidarı ekonomiyi düzeltip istikrarı sağlayınca, burada da grafik dikiliyor.

Pekiii...

Bunu da ekonomik veriler arasına koymak olasılığı yok mu, ki ülkemizin istikrar tablosunu daha iyi anlamak açısından her sene bu tufaya getirmek işi enflasyon rakamları ile birlikte düzenli olarak açıklansın:

‘TEFE; 3.5
TÜFE; 3.4
TUFA; Haftada dört...’

Ne bileyim ben.
İktidarın başarısını anlatmak için artık ne yapabiliriz?
Bu durumda iktidarın başarısını anlamak için nereye bakmanız gerektiğini artık biliyorsunuz sayılır.
Bakacaksınız, ekonomi nasıl?
Hükümetin başarısı iyi mi?
Belki DİE rakamlarını açıklamadan, siz kendi verilerinize bakıp durumu açıklayabilirsiniz:
‘Bu ay süper...

Bekir COŞKUN

Tuesday, 23. November 2004

Gerçekçi ol, imkansızı iste!

Küreselleşme kendisine uygun düşen düşünüş biçimleri anlamında kendi ideolojisini de geliştiriyor. Emperyalizm, dünyayı yeni yönelimleri doğrultusunda yeniden biçimlendirirken, postmodernizmin yarattığı ideolojik yanılsamalardan ve kavramlardan yararlanıyor.
Türkiye, 12 Eylül'den bu yana Çernobil sonrasındaki radyasyon bulutlarının altında kalmasına benzer bir şekilde, bu ideoloji bulutlarının altında yaşıyor. Gündelik sosyal hayatlarımızdan, düşünce biçimlerine kadar hayatımızın her köşesini, medyanın büyük bir güçle taşıdığı bu postmodern kavramlar doldurdu.

Yaşadığımız dönemin bir Amerikan yüzyılı olacağı söyleniyor. Bu aynı zamanda Amerikan düşünce sisteminin dünya üzerindeki hakimiyeti olarak karşımıza çıkan bir gerçeklik. Ona karşı Avrupa'nın bir sığınak görevi üstlenmesini beklemek ne kadar gerçekçi, tartışmaya açık bir konu. Tartışmaya, hem de ardına kadar açık bir konu, çünkü Kuzey Amerika akademilerinde üretilen ve küreselleşmenin yolunu döşeyen postmodern düşünce kalıpları, üzerimize Avrupa üzerinden de akarak geliyor.

İKTİDARSIZLAŞTIRMA

Postmodernizmin, kapitalizmin aydınlanma çağının akıl ve bilim kavramlarının yerine mistisizmi geri getirmesi, bilim ve aklın yol göstericiliğine karşı, mistisizmi teşvik eden politikalar öne çıkarması, her türlü etnik-dinsel– mezhepsel kimlik tanımlamalarına dayanan politikaları desteklemesi, küreselleşmenin yolunu açan ideolojik dayanakların üretilmesinde kullanılıyor. Bu şekilde modern çağlara has sınıfsal–sosyal farklılıklara dayalı örgütlenmeler ve bölünmeler, dinsel, mezhepsel, cemaatsel ayrımlara dayalı örgütlenmelerle ikame edildi. Türkiye'de AKP iktidarıyla taçlandırılan sağ ideolojinin hakimiyetinin yolu buradan geçti.

Keza, ulus-devlet bünyesindeki mikro kültürel yapılar, küresel entegrasyonun sağlanmasında eski ulus devletlerin yerine geçecek "yerel demokratik dinamiklerin geliştirilmesi" bakımından öne çıkarılıyor. Buradaki önemli destek noktalarından biri postmodern düşünüşün önemli argümanların biri olan "iktidarsızlaştırma" üzerine kuruluyor. İktidar kavramı etrafında Marksist argümanlardan da yararlanılarak kurgulanan bir tartışmayla politik-iktidar mücadelesi alanı daraltılırken, iktidarı hedef almayan her türlü örgütlenme teşvik edilerek, modern toplumda, toplumsal sınıfların ve muhalefetin bir örgütlenme ve kendini ifade etme alanı olan sivil toplum da, tamamen sermaye kontrolüne terk edilen bir alan haline dönüştürülmeye çalışılıyor.

AK MI, KARA MI?

Bütün bunların yerel, kültürel, etnik ve dinsel farklılıklar temelinde geliştirilecek mikro iktidar alanlarıyla, küresel iktidarın entegrasyonunu sağlama ve sermayenin sınırsız küresel egemenliğini tamamlama politikalarının bir parçası olduğu açık. Demokratikleşmeyi gerçek sınıfsal içeriğinden kopartarak küreselleşmenin postmodern tanımları (ya da AB normları) çerçevesinde kalan bir savunma çizgisinin handikapları da buradan kaynaklanıyor.

Demek ki, her şeyi bir ak-kara mantığı içerisinde kolayca çözmek o kadar kolay değil.

"Türkiye'yi bölecekler" diye arkaik düşüncelere, muhafazakarlığa, milliyetçiliğe, ulusçuluğa saplanmanın çıkar yol olmadığı ne kadar açıksa, demokratikleşme, insan hakları ve azınlık haklarına dair elbette özgürlükçü ve eşitlikçi tavrımızı, küreselleşmenin etnik, dinsel, mezhepsel farklılıklar üzerine kurulmuş politikalarına takılıp kalmadan savunabilmenin önemi de bir o kadar açık.

Kısaca, var olan gerici yapılanma karşısında ve sermayenin küresel egemenlik politikalarına dayalı çözümler dışında, yani, insan hakları raporunu yırtan Kamu-Sen'liye karşı ve Alevi, Süryani, Ermeni... tüm yurttaşların haklarından yana, başka bir dünyaya dair ve başka bir Türkiye'ye dair ne diyorsanız, artık onu söylemelisiniz. Gerçek çözüm yolu orda çünkü.

"Sen ne diyorsun kardeşim, şimdi başka bir yol var da biz mi istemiyoruz?" diyen arkadaşları duyar gibiyim.

Demek ki, gene, geçen hafta kaldığımız yerdeyiz ve gene araftayız!

Ben "Gerçekçi ol, imkansızı iste!" sözünün bu gibi durumlar için söylendiğini sanıyorum.

Oğuzhan Müftüoğlu

Saturday, 20. November 2004

ÖĞRETİLMİŞ HAYATLAR YAŞIYORUZ

Hayatı erteliyoruz.
Yaşıyoruz bir şekilde. Doğmuşuz bir kere, büyüyoruz.
Sorgulamıyoruz yaşamımızı.
Düşünmüyoruz hayallerimizi uzun uzun.
İçimizden geleni yapmıyoruz dürüstçe.
Çılgın fikirleri harekete geçirmiyoruz.
Keyif aldığımız şeyleri koymuyoruz hayatımızın merkezine.
İstediğimiz konuda eğitim görmüyoruz.
Sevdiğimiz işte çalışmıyoruz.
Düşündüğümüz şeyleri söylemiyoruz.
Peşinden koşmuyoruz aşık olduğumuz kişinin.
....

Hayalini kurduğumuz gibi yaşamıyoruz.
Bir çoğumuz.

Neden peki?

Toplumun beklentileri.
Kurallar.
Makbul olanın önceden belirlenmiş olması.
Genel kanıya uygun hareket.
Güvenli adımlar.
Para kazanma zorunluluğu.
Hayatta kalma savaşı.
Bizim için çizilmiş olan ideal yol.
Standard yaşamlar.
Çizgi dışı yasak. Sınırları zorlamak yok.

Bizden ne bekleniyorsa onu yaşamalıyız.

Peki ya aklımızın bir köşesinde yıllarca beklettiğimiz isteklerimiz, hayallerimiz, özlemlerimiz?
Yapacağız elbet bir gün.

"Hani Kaş'a yerleşip, dalmaya başlayacaktık?"
Önce şu işi bir yoluna koyalım. Biraz para kazanalım.

"Yoga öğrenmek istiyorum artık, hatta dersini verip hoca olmak, hemen şimdi başlamak!"
Dur bir bakalım önce. İş var, güç var. Çalışalım.Yatalım. Kalkalım. Tatile gidelim. Yuvarlanıp gidelim hele bir.

"Şu işi bir bıraksam da artık... Bir tuvalim olsa bir fırçam, hep resim yapsam hep..."
Yapacaksın elbet, zaman lazım.
Düşünmek gerek. İnce eleyip sık dokumak. Artısını eksisini tartmak.
Karar vermek zor ve bir o kadar önemli. Hayatımızı değiştirecek bir olay bu.
Ha deyince de olmaz ki.
Riske atamayız ya kendimizi.

Bu arada zaman da geçiyor ama. N'apalım, dur deyince de durmaz ki.

Düşünmeye bile vaktimiz yok di mi?
Öğretilmiş hayatları yaşamaktan öğrenmeye fırsatımız bile olmadı.
Aramaya, keşfetmeye, sorgulamaya, istemeye, elde etmek için acı çekmeye, çarpışmaya ve hatta isteklerimiz uğruna birçok şeyi feda etmeye...

Dans etmek için ayağının sağlam olması gerek illa ki
Yazı yazmak için kaleminin olması
Balık tutmak için ağ
Hayal kurmak içinse güçlü bir hayalgücü!
Hayalleri gerçekleştirmekse
Sadece senin elinde!

***
Yazının Tetikleyeni: Yaşanmakta olan bir öğretilmiş hayat ve bunun farkına varılmasıyla hissedilen haykırma duygusu

Günün Takdire Şayanları: Hayallerinin peşinden gidebilen tüm cesur kişilikler!

Sunday, 14. November 2004

...

EY DEDEMİN OĞLU, OĞLUMUN DEDESİ.. 15.06.2001


EY DEDEMİN OĞLU, OĞLUMUN DEDESİ..
HAYAT, AKIP GİDEN BİR NEHİR GİBİ..
ASLA GERİYE DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR NEHİR.
BAZAN KIYISINDA DURUP SEYREDERSİNİZ ÇARESİZ. O GİDER
BAZAN NEHİR SİZSİNİZDİR. SİZ GİDERSİNİZ...

GÜN GELİR KURUYUNCA GÖRÜNÜR NEHRİN YATAĞI.
TAŞLARI, TÜMSEKLERİ, İNİŞLERİ, ÇIKIŞLARI, KEDERLERİ, SEVİNÇLERİ
SULAR ÇEKİLİNCE FARK EDERSİNİZ. NEHİR KURUYUCA... SAAT DURUNCA...

HERKESİN BİR BABASI VARDIR. HERKESİN DEDESİNİN OĞLU,
OĞLUNUN DEDESİ...SİZDEN ÖNCE GELDİĞİ DÜNYADAN - MUHTEMELEN - SİZDEN ÖNCE GİDEN. SIZ KIYISINDA DURURSUNUZ O NEHRİN. O GİDER...

BİR GÜN NEHİR KURUYUNCA FARK EDERSİNİZ, AKIP GİDEN SUYUN ALTINDAKİ İNİŞLERİ, ÇIKIŞLARI, SEVİNÇLERİ, KEDERLERİ... YAŞANMIŞ, YAŞANMAMIŞ...

NEHİR KURUYUNCA... SAAT DURUNCA...
HER BABA, DEDEYLE TORUN ARASINDA BİR YERDE DURUR.
HEP HAYATIN ORTASINDADIR YERİ. BİRŞEYLERİ DEVRALIR,
BİRŞEYLERİ BIRAKIR KALANLARA...

GENLERİ VE SOYLARI... ÇOK AZ İNSAN İÇİN MAL MÜLKTÜR DEVRALIP BIRAKTIĞI. PEK ÇOK İNSAN İÇİN KORKAKLIK VE CESARET, YILGINLIK VE METANET, BENCİLLİK VE FAZİLETTİR.. BIRAKIR DA, KİMİ DEVRALDIĞI KORKAKLIKLARI CESARETE, KİMİ BENCİLLİKLERİ FAZİLETE, KİMİ YILGINLIKLARI METANETE DÖNÜŞTÜREREK GEÇİP GİDER.

YA DA TERSİNE. SONUÇTA ORTA YERDE DURAN İÇİN ZOR ZENAATTİR EMANETÇİLİK.. ALDIĞINIZ GİBİ BIRAKMAK DEĞİLDİR ÇÜNKÜ ASLOLAN. NEHRİN DİBİNDE TORTULAR BIRAKMADAN AKIP GİTMEKTİR. CESARETE, METANETE VE FAZİLETE DOĞRU.

PAZAR GÜNÜ BABALAR GÜNÜ... ANNELER İÇİN ANNELER GÜNÜNDE YAZILANLAR. BABALAR GÜNÜNDE YAZILMAZ... ÇÜNKÜ ANNELİK ADINA EVRENSEL DÜZEYDE PAYLAŞILAN DUYGU VE DÜŞÜNCELER BÜTÜNÜ, BABALAR İÇİN DE AYNEN KODLANAMAZ. DOĞURAN, EMZİREN VE BÜYÜTEN ANNELİK NE KADAR EVRENSEL VE GENELSE, DÜNYAYA GETİRME SÜRECİNİN BAŞLANGIÇ ANI DIŞINDA PEKALA ORTADA GÖRÜNMEMESİ MÜMKÜN OLABİLEN BABALIK, O KADAR TEKİL VE ÖZELDİR..

HERKESİN ANNEYE İLİŞKİN DUYGULARI AZ-ÇOK BENZEŞİR VE ÖRTÜŞÜR... OYSA HERKES BABASINI KENDİ BEYNİNDE VE KENDİ YÜREĞİNDE YARATIR VE YAŞATIR. ANNE SEVGİLERİNİN PARALEL YOLCULUKLARINA KARŞIN, BABA SEVGİLERİNİN SOKAKLARI ZİG ZAGLARDA KESİŞİR YA DA UZAKLAŞIR. O NEDENLE ÖZELDİR HERKESİN BABASI... BAĞIŞLAYIN AMA O NEDENLE "ÖZEL"DİR BU BABALAR GÜNÜ YAZISI...

BEN NEHRİN SULARI ÇEKİLİNCE GÖRDÜM BABAMI. KURUMUŞ NEHİR YATAĞINDAKİ ÖZLEMLERİNİ, KEDERLERİNİ VE ACILARINI, ÖMRÜN SAATİ DURUNCA GÖRDÜM. HAYATIN ORTA YERİNDE, DEVRALDIKLARINI BIRAKMA KAVGASINDAYKEN NELERDEN VAZGEÇTİĞİNİ, NELERİ TERK ETTİĞİNİ, NELERE VEDA ETTİĞİNİ...

GERİYE KALAN, GÜNEŞLİ BİR İLKBAHAR SABAHI ÖNÜME SESSİZ SEDASIZ BIRAKILIP GİDİLEN METANET, CESARET VE FAZİLET MİRASININ "EVRAK"I METRUKESİ'YDİ. HAYATIMIN BUNDAN SONRAKİ KISMINI TALİHLİ BİR "MİRASYEDİ" OLARAK GEÇİRECEĞİMİ O SAAT ANLADIM. VE NE YAZIKKİ ONA BİR KURU TEŞEKKÜR BİLE EDEMEDİM..

İŞTE BU BABALAR GÜNÜ YAZISI O NEDENLE YAZILMIŞTIR. ANNE SEVGİSİ OLAĞANÜSTÜ GÜZELDİR DE, GENELDE "PEŞİNAT"LA ALINIR. BABA SEVGİSİ, VADESİ UZUN BORÇLARA BIRAKILIR. AMA VADENİN SON ÖDEME TARİHİNİ BİLEN VAR MI Kİ? BİR GÜN NEHRİN SULARI ANSIZIN ÇEKİLİVERİR. ÖMRÜN SAATİNDE YORULUR AKREPLE YELKOVAN. KENDİNİZİ BİRDEN UZUN BİR SELVİNİN ÖNÜNDE BULURSUNUZ.

KİM İCAD ETMİŞSE BABALAR GÜNÜNÜ İYİ ETMİŞ. BUGÜNÜN HAKKINI VERİN. SEVDİĞİNİZİ BİLİYORUM. AMA... HAYATIN ORTA YERYİNDE SİZE METANET, CESARET VE FAZİLET EMANETLERİNİ TAŞIYAN EMANETÇİYE TEŞEKKÜR EDİN... VADESİ GEÇMEDEN.

BEN KESTİREMEMİŞTİM VADEYİ. PEK ÇOĞUMUZ GİBİ... ONDANDIR, ÖDENMEMİŞ BİR BORCUN YÜKÜNÜ TAŞIYARAK GEÇİYOR ÖMRÜM. ÖDENMEMİŞTİ, ÖDENEMEMİŞTİ ÇÜNKÜ. ÇÜNKÜSÜNÜ, SARARMIŞ KAĞITLARDA ARTIK SOLMAKTA OLAN BİR ŞİİRİN HİCRANINDA BULDUM, YILLAR SONRA...

MADEM Kİ BU YAZI ÖZELDİR, O GÖNÜL YARASINI DA PAYLAŞMANIN NE ZARARI VAR. "3 MAYIS 72'DE BERAAT ETTİM... 4 MAYIS 72'DE BABAMI KAYBETTİM... 5 MAYIS 72'DE TEYAKKUZA GEÇİRİP HER YANI, 6 MAYIS 72'DE ASTILAR ÜÇ GENÇ ADAMI... VELHASIL, O YIL, ACININ TUZLU DENİZİNE BASTILAR, YARALARI KANAYAN O GÜZELİM BAHARI"..

. İŞTE BÖYLE... BİR TARİH DAHA DÜŞELİM Mİ? 1 MAYIS 72 TARİHLİ GAZETELER YAZIYOR: "BABALAR GÜNÜ BUNDAN BÖYLE HER HAZİRANIN ÜÇÜNCÜ PAZARI TÜRKİYE'DE DE KUTLANACAK. HADİ YÜREĞİM, HA GAYRET HA... OLMADI BABA... YETİŞEMEDİN... YETİŞEMEDİK... ŞİMDİ... YİRMİ ÜÇ YIL SONRA, BEN... DUYDUN MU?

(Ali Kırca'nın kaleminden)

Wednesday, 10. November 2004

Türkler Uzayda


Ilk Türk uzay adamı (artık astronot mu denir,
kozmonot mu denir, uzay fatihi mi denir bilinmez)
uzaya çıktığında atılacak olası gazete
manşetleri

 - Kendimizi aştık...
 - Bekle ay geliyoruz...
 - Galaksi galaksi duy sesimizi, işte bu
   Türklerin ayak sesleri!..
 - Uzaya kapak attık...
 - Artık biz de uzaylıyız
 - Türkler uzayda
 - Türk'üz doğruyuz uzaylıyız...
 - Bu bizim için büyük, insanlık için küçük bir adım!

Gaza gelmiş bazı gazete başlıkları

 - Alemin kralı geliyor..
 - Bekle bizi Ingiltere..
 - Uzay tamam sıra güneş'te!
 - Bekle bizi samanyolu
 - Marslılarla Türkler arasında genetik bağ bulundu!

 Star - Açın mekiklerimizin önünü! durduramazsınız...
 Hürriyet - Uzanlara rağmen...
 Milliyet - Istikbale eriştik (yanda üzerinde oynanmı?
            bir Atatürk resmi, yanında mekik)
 Sabah - Ilk biz duyurmuştuk..
 Zaman - Ve mümin uzayda
 Türkiye - Allah'a şükür..
 Vatan - Işte Hezarfenin torunları.
 Bulvar - Uzaya da girdik yada milli olduk
 Star - Uzayın ulen
 Hürriyet - Aydın Doğandan Türk astronotlara jest
 Akit - Uzayda duyulan ezan sesi
 Sabah - Aydın Doğandan büyük şantaj
 $amdan - Marslı erkeğimin geyşası olurum
 Bulvar - Ay fena oluyorum
 Star - Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyoruz uzayaaaa
 Star - Welcome to space

Spor sayfasının manşeti..

 Hürriyet - Fenerbahçe rüya takımı kurdu..
 Fanatik - Uzaylılar da Fenerbahçeli mi?
 Fotomaç - Bir gün her uzaylı fenerli olacak
 Milliyet - Uzay Fener'e dar gelecek..

Köşe yazarı başlıkları..

 Oktay Ekşi - Marslılara savaş açalım..
 Ertuğrul Özkök - En pahalı mars şarabını içtim..
 Erman Toroğlu - N'aber hıncal bak gönderdik çocuğu uzaya..
 Nihat Genç - Uzaylı olmanın topluma negatif etkisi..
 Hıncal Uluç - TK00XV2 plakalı uzay aracı'nın sorumsuz
               astronotu..O ne dönüş öyle kardeşim ?
 Emin Çölaşan - Uzay mekiğinin yapımı için neden iki
                firmadan teklif alınmadı ?
 Bekir Coşkun - Bindik bir alamete gidiyoz kıyamete..
 Ahmet Altan - Astronotları çıldırtan kadınların
               öğleden sonraları ten kokusu ne ola ki ?
 Ayşe Arman - Yine evleniyorum..
 Turgay $eren - Ben geçen haftaki yazımda belirtmiştim..
 Haydar Dümen - Aktif seks uzayda olmaz.
 Haşmet Baboğlu - Uzayda mı olmak, dünyada mı olmamak
                  konusuna dikkat etmek lazım..

Yabancı basından başlıklar..

 Washington Post : Insanlı ilk Türk uzay aracı astronotu
                   almadan uzaya çıktı..
 Le Figaro : Astonotlar arasında hiç Kürt yok....
 Die Zeitung : Verhaugen : 'Büyük başarı, eğer mekiği
               sağ salim indirirlerse, 2034'de müzakerelere
               başlarız' dedi..
 Die Welt : Aya gitmesi gerekirken mars'a yönelen insanlı
            ilk Türk uzay aracı Istanbul üssünün yardımıyla
            Jüpiter'e indi..
 Corierra Della Serra : Incedibile..Berlusconi,
                        Türk Astronot'un çocuğunun sünnetinde
                        kirve olacak....
 Elefteros Rimos : Yunan hükümetinin büyük hezimeti....

(zehni 06.02.04)

Friday, 5. November 2004

Tanriya inanir Ama ...

Ey kavmim...

Sen ki; peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Dönüp'te bakmazsin ölülerine. Lut kavminden de degilsin, haz'dan olmayacak
mahvin.
Aciyla karildi harcin ama aciya da yabancisin.
Agitlari sen yakarsin ama kendi kulaklarin duymaz kendi agidini.
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanligini ve sen bir koyun sürüsü
gibi bakarsin çalinanlara.
Tanriya yakarir ama firavunlara taparsin. Musa kizildenizi açsa önünde, sen
o denizden geçmezsin.

Ey kavmim.

Sen ki; peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Korkarsin kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsin.
Hz.ibrahim olsan sana, gönderilen kurbani pazarda satarsin.
Hz.isa'yi gözünün önünde çarmiha gerseler, sen baska bir seye aglarsin.
Gündüzleri Maria Magdelena'yi orospu diye taslar, geceleri koynuna girmeye
çabalarsin.
Zebur'u, Tevrat'i, incil'i, Kuran'i bilirsin. Hz. Davut için üzülür ama
Golyat'i tutarsin.

Ey kavmim...

Sen ki; peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Dönüp'te bakmazsin ölülerine. Lut kavminden de degilsin, haz'dan olmayacak
mahvin.
Ama sen kendi acina da yabancisin. Kadinlarin siyah giyer, kederle solar
tenleri ama onlari görmezsin.
Her kuytulukta bir çocugun vurulur, aldirmazsin.
Merhamet dilenir, sefkat dilenir, para dilenirsin ve nefret edersin
dilencilerden.
Utanci bilir ama utanmazsin.
Tanriya inanir ama firavunlara taparsin. Bütün seslerin arasindan yalnizca
kirbaç sesini dinlersin sen.

Ey kavmim.

Sen ki; peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Sana yapilmadikça iskenceye karsi çikmazsin. Senin bedenine dokunmadikça
hiçbir aciyi duymazsin.
Örümcek olsan Hz. Muhammed'in saklandigi magaraya bir ag örmezsin.
Her koyun gibi kendi bacagindan asilir, her koyun gibi tek basina melersin.
Hz. Hüseyin'in kellesini sen vurmaz ama vurani alkislarsin. Muaviye'ye kizar
ama ayaklanmazsin.
Hz. Ömer'i biçaklayan ele sen biçak olursun.

Ey kavmim...

Sen ki; peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Ölülerine dönüp'te bakmazsin. Lut kavminden de degilsin, haz'dan olmayacak
mahvin.
Ama arkana baktigin için tas kesileceksin. Ve sen kendine bile
aglamayacaksin.
Komsun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.
Musa önünde kizildenizi açsa sen o denizden geçmezsin.
Tanriya inanir ama firavunlara taparsin.

Ey kavmim...

Sen ki; peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.

Ey kavmim ...

Tek tek öldürülürken insanlarin sen korkudan öleceksin.

AHMET ALTAN

(atif 28.10.04)

Tuesday, 26. October 2004

Ask hallerimiz!

Genbilimi konusunda hiç bilgim yok. Ama canlilarin
farkliliklarini belirleyen, atalarindan kalan minicik
maddeler oldugunu tahmin ediyorum. Hatta genleri
degistiren canlilarin cinslerini de degistirebildiklerini
gazetelerden okuyorum.

Elektronik konusunda da cahilim. Ama seslerin, dalgalarin
renklere, biçimlere dönüsebildiklerini anliyorum. En azindan
televizyon izleyebiliyorum.

Bunun gibi daha yüzlerce konuda bilgim yok. Ama kenarindan
kiyisindan bunlari anlayabiliyorum. Ülkemdeki her vatandasim
aski biliyor. Ben de biliyorum ama anlamiyorum. Evet,
herkesin bildigi aski ben anlayamiyorum.

*

Sarkilarimizin, siirlerimizin cümlesi ask üstüne. Romanlar,
filmlerde yanik yanik ask kokuyor. En güzel sözler ask ugruna
yazilmis.

"Mühür gözlüm seni elden sakinirim, kiskanirim." diye baslayip
"...uçan kustan, esen yelden, yerdeki karincadan" diyen kiskanç
ask sahibini ben anlamiyorum. Bir baska herifi birak, rüzgárdan,
kustan, karincadan kiskaninca tek çaresi kaliyor. Kizcagizi,
pencereleri siyaha boyanmis bir odaya kapatmak.

*

"Ben onu çok seviyordum hakim bey."

"Anlat bakalim nasil oldu"?

"Onu her seyden ve herkesten çok seviyordum."

"Bu nasil sevgi"?

"Bu, en hakiki sevgi hakim bey. Gündüz hayalimde, gece
düsümde görüyordum. Aslinda düsümde bile görmüyordum. Çünkü, onu düsünmekten uyuyamiyordum. Zaten
gündüzleri de çalisamadigim için usta beni kovduydu.
Onun hayali hep karsimdaydi."

"O da seni seviyor muydu"?

"Sevmeseydi iki ay önce Sali Pazari'nda benden iki kilo
domates, üç kilo patlican alip bana gülümsemezdi.
Ama o herif, karaçali gibi aramiza girdi. Büyüler yaptirdi
sevgilimi benden ayirdi."

"Yaz kizim, karar: Sanik Mahmut Nazik, maktul Serap Sen'i
19 biçak darbesiyle öldürerek ve nisanlisi Nahit Çelik'i 22
biçak darbesiyle öldürerek ve taammüden cinayet isledigi
nedeniyle 17 yil 8 ay agir hapis cezasina karar verildi.
Söyleyecek bir sözün var mi"?

"Sagol hakim bey... Ben, askim ugruna zindanlarda
yatarim."

*

Halit, bizim takimin jönüydü. Sadece sirim gibi yakisikli,
sen sakrak marifetli degil zarif ve anlayisli bir delikanliydi.
Hani "Kizim olsa da bu herife versem" diyeceginiz adamdi.
Takimin esas oglu Halit'se, esas kizi da Müjde'ydi. Müjde'ye
ufaktan ve hafiften sarkanimiz kalmamisti. Incecik,
uzuncacik, ela güleç gözlü, kibar, anaç ama olmasi
gereken kabartilari olan bir dilberdi. Halit, Müjde'ye ásik
oldu. Bize göre de Müjde'ye tam yakisti. Ama Müjde Halit'le
degil Tanju'ya asik olup evlendi. Halit bagrina tas basti.
Müjde mutlu oldugu için sevindi bile garip...

Tanju, laf aramizda hiyarin biriydi. Dogru dürüst özelligi
olmayan, ama tafrasindan geçilmeyen bir himbildi.
Akademiye girmesine, ressam olmasina annesi karar vermisti. Müjde'yle evlenmesine de öyle. Herif üstüne üstlük kizdan üç parmak kisa ve çirkindi.

Bir süre sonra Müjde, üst üste kaza geçirmeye basladi. Gözü morardigi için kapiya çarpiyor, kolu kirildigi için yere düsüyor, minicik burnu kirildigi için üstüne dolap yikiliyormus, yani bize öyle anlatiliyordu.

Bizim 3 Mart gecelerinde bir Akademi Maskeli Balo'muz vardi. Aklimizca ve paramizca yetirip bir seyler giyinip ve takistirip baloya giderdik.

Ben, bizim uzun masanin öte ucundaydim ama Tanju'nun anasinin dikip giydigi taçli, pelerinli, asali kral kiyafetiyle ayaga firladigini fark ettim. Yanindaki sandalyede esir zenci kizi kiyafetinde ve yüzünü karalamis Müjde'yi bagirarak girtlagindan tutup ayaga kaldirdi. Önce elindeki asayla kafasina vurdu. Sonra hizini alamayip gözünün üstüne bir de yumruk patlatti. Kiz yere yuvarlandi. Bütün masa donmustuk. Yalniz yanimda Halit'in firladigini fark ettim ve Tanju'nun tepesinde bitti. Önce Tanju'nun agzina vurdu. Sonra tombul midesine... Tanju egilince düzeltip herifin gözüne bir daha vurdu. Aslinda Tanju, daha iki yumrukta yatacak ama Halit izin vermiyor ki... Herifi dogrultup,
düzeltip hababam vuruyor.

Müjde düstügü yerden kalkti. Sallanarak masadaki sarap sisesini kavradi. Tanju'yu tepelemekte olan Halit'in kafasina vurdu. Halit'in kafasi daha saglam oldugu için sise kirildi. Ama Halit de yere düstü. Müjde kocasini sarip sarmalayip, öpücüklerle teselli edip eve götürdü.

*

Içimizde kafasi çalisan tek Samet oldu. Biz, sularin üstüne
resimler yapip, karinca dualariyla yazilar yazip çabalarken Samet, önce küçük bir matbaa, sonra büyük bir matbaa, sonra da koca bir fabrika kurdu.

Hatta kutu, ambalaj, afis resimleri için bizi bile üç kurusa
çalistirdi. Samet'i sevmemek olmazdi. Kirkini geçmisti ama evlenmek söyle dursun, bir aski sevda hikáyesini bile duymamistik. O isiyle evliydi. Samet'i fabrikasindan sökütüp iki kadeh içmeye götürmek için dil dökerdik.

Yillar geçti nasil olmus, nasil bulmus benim çalisma evine bir
gece çat kapi dayandi. Aman ne sevindim bilemezsiniz. Benim eski tanislarim, dostlarim benim geçmisimin birer parçasi gibidir. Eski fotograflarima, hatta eski çizgilerime yaban gibi bakarim. Ama sevmedigim dostlarim bile benim yasam sebebimdir.

"Asik oldum."

"Demeee..."

"Körkütük ásik oldum."

"Oh, hamdolsun. Fidan gibi geldin odun gibi gidiyordun diye
arkadaslarla dert etmistik senin için. Kim seni kuyudan çikaran bu hatun"?

"Üstelik yüzlerce genç, yakisikli, afur-tafurlu herifin arasindan beni seçti."

"Demek ki erkekten anliyormus" dedim. Ama Samet, ufarak teferek, kara kuru, üç lafin üçünde de isten söz etmeyi seven bir herifti.

"Daha, mavi gözlerini gözüme dikince kizin eridigini anladim.
Ben de ona 6 kiratlik elmas bir yüzük aldim. O da benim askimi fark etti."

"Eee, sonra"?

"Sonra askimiz alevlendi. Aramizda büyük yas farki olmasina
ragmen say ki Romeo'yla Jülyet askina tutustuk. Ben bir tanem diyorum, o ruhtanem diyor. Önce elini tuttum."

"Sonra ne oldu"?

"Sonra Bebek sirtlarinda bir villa alip onu Bogaz'a karsi yatak odamiza götürdüm. Tabii, bir Rençrovir ve soförü ve de namerde muhtaç olmadan yasayabilecegi bankada bir parasi da olmaliydi.
Ayrica, Fransa gezimizde Sen Nehri'ne bayildigi için bir apartman kati aldim. Ama Londra'da aldigim Kraliçe Sarayi'nin karsisindaki eve göre çok küçüktü."

"Sevgilin herhalde soylu bir aileden gelme..."

"Yok bee, kiz Tabarin Bar'da sarki söylüyordu. Haydi sana eyvallah. Yalniz bana 10 milyon borç verir misin? Taksiye binip eve gidecegim."

Ben, ilk 4 yasimdayken zil zurna ásik oldumdu. Babamin getirdigi bir çikolata paketinden bir resim çikti. Eskiden çikolatalarda artist, manzara vesaire resimler çikardi. Benim çikolatamda karli bir evin önündeki boynunu bükmüs güzel yüzlü bir kiz çocugu vardi. Kiza o an vuruldum. Çikolata yemeyi bile unuttum. Hálá da sanirim
o kiza ásigim.

Hepiniz aski biliyorsunuz. Ama içinizde anlayaniniz var mi?

02.11.2003
Oguz ARAL


(zehni 20.10.03)

Ara

 

Vesaire

Ç ç Ğ ğ İ ı Ö ö Ş ş Ü ü

»» Türk Harfleri Çevirmeni

»» Bize Ulaşın
»» RSS:Başlıklar

Arşiv

May 2024
Sun
Mon
Tue
Wed
Thu
Fri
Sat
 
 
 
 1 
 2 
 3 
 4 
 5 
 6 
 7 
 8 
 9 
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
 
 
 
 

Sıcağı sıcağına

https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
zehni - 9. Mar, 17:18
von Blogger zu Blogger
Würdest Du mir ein Interview geben? Ich schreibe unter...
ChristopherAG - 5. May, 01:06
Su akıyor ve ben gidiyorum...
Sonra fark ettim ki Su akıyor rüzgar esiyor Yağmur...
zehni - 15. Apr, 13:42
Sana..
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş...
zehni - 15. Apr, 13:32
Görenlere Aşk ola
Asik olan ummana düser vay vay vay Hayvan gelir insan...
zehni - 25. Dec, 16:15
İnek nasıl kaşınır?..
İNEĞİN köydeki Atatürk büstüne sürünmesi ve büstü devirip...
zehni - 26. May, 20:22
Takvimlerden haberin...
GECELER DÜŞMAN Söz - Beste : Adnan Ergil Takvimlerden...
zehni - 26. May, 20:19
DİNİ YİRMİ KURUŞA SATMAYANLAR
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep...
zehni - 10. Apr, 12:48
UPANİŞADLAR
İnsanlığın en eski felsefe eserleri. 4000 yıl önce,...
zehni - 17. Mar, 18:20
YEM BORUSU
Görmüyoruz sanmayın içyüzünü işlerin, O doğru duruşların...
zehni - 14. Mar, 13:02

Users Status

You are not logged in.

Durum

Online for 7159 days
Last update: 15. Jul, 02:03

turkey




Get Firefox!
Get Thunderbird!

CiDDi CiDDi
FUCKUELTE HAYVANI
gayriciddi
KOESHEM
OKUMUSH CHOCUK
SHARKI ve SHIIR
ya$ayarak
Profil
Logout
Subscribe Weblog