pen36 header icon36

ya$ayarak

Tuesday, 26. May 2009

İnek nasıl kaşınır?..

İNEĞİN köydeki Atatürk büstüne sürünmesi ve büstü devirip kırması nedeniyle bakanlık bir müfettiş gönderdi.


Ben en çok müfettişi düşünüyorum.

Ne diyecek ineğe?..

İneğin sahibi, Malatya Yeşilyurt İlçesi Kadiruşağı Köyü'nden Gül Kılınç ise "Ceza verirler mi?" diye korktu ve ineği başka köye sürgün ettiler.

Eee cezası var tabii.

Bu biraz da ineğe bağlı...

*

Ben öbür ineklerden biliyorum; bunlar kimi zaman gidip gidip Atatürk'ün üzerinde durduğu kaidelere sürtünürler.

Biz buna "kaşınma" diyoruz.

Birisi şöyle demişti:

"Taşın önünde sap gibi duruyorlar..."

"Hiç inek konuşur mu?" diyeceksiniz.

Müfettiş gönderdiklerine göre demek ki konuşanı var...

Durup dururken niye böyle demişti inek?..

Çünkü kaşınmıştı...

*

İnekler her zaman kaşınmazlar.

Diyelim ki mevsim uygun değilse, hava elvermiyorsa, kendilerini güvende ve garantide hissetmiyorlarsa, ortamı uygun görmüyorlarsa kaşınmazlar...

Biz buna da "kaşınmayan inek" diyoruz.

Ama bu mevsim uygun...

Hava müsait, süreç işliyor, şartlar yerinde, kaşınmak ineğe itibar getiriyor, cumhuriyetin kaideleri savunmasız...

İnek yerinde duramıyor..

Ve kaşınıyor...

Sen git Atatürk'e sürtün...

*

İneğe laf da anlatamazsınız.

Ona deseniz ki:

"Bak bu ülke Ortadoğu'nun yüz akı... Emsalleri hálá sürünürken neredeyse bir asır önce çağdaşlığa, demokrasiye, özgürlüğe adım attı... Bu çala çala, sata sata bitmeyen ekonominin, bu eğitimin, bu sosyal hayatın, bu hukukun, bu güçlü ordunun, bu ulusal politikaların temeli taa o zaman kuruldu... Bunu yapan insandır Atatürk... Sen kaşındıkça gidip gidip ona sürtünüyorsun, ineklik yapıyorsun..."

Deseniz, anlamaz...

İnektir...


Bekir Coskun Hürriyet

Friday, 10. April 2009

DİNİ YİRMİ KURUŞA SATMAYANLAR

Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş.

Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 "kuruş" fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturunca, parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine düşünmüş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?"... Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok küçük bir para ve şoförün zaten umurunda da değil. Otobüs şirketine 20 kuruş ne fark eder?. Bu parayı Allahtan gelen bir hediye gibi... düşünebilirim"

İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki : "paranın üstünü fazla verdiniz."

Şoför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz camiinin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslam’ı öğrenmek için ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim."

İmam inerken nerdeyse bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış-casına bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki:
"Allah’ım az daha İslam’ı 20 kuruşa satıyordum!"

Tuesday, 17. March 2009

UPANİŞADLAR

İnsanlığın en eski felsefe eserleri.

4000 yıl önce, Hindistan.

3000 yıl önce yazılan

11.Upanişad’ın 7. bölümünden

süzülüm:

-Bana öğretin, lütfen.

-Ne bildiğini söyle ki

söz edeyim ötesinden.

-Çok okudum ama kederliyim,

aşmama yardım edin.

Kendini bilen, Benliği bilen,

kurtulurmuş kederden.

-Okuduğun her şey isim yalnızca.

İsimde yoğunlaşan Brahman

isim kadar uzanır öteye.

-Daha iyi şey var mıdır peki?

-Söz.

Zihin.

İrade.

-Daha iyisi?

-Farkındalık.

-Dahası?

-Derin düşünmek.

-İyisi? Lütfen.

-Anlamak iyidir düşünmekten.

-Daha iyisi?

-Güç. Bir güçlü sarsar yüz anlayanı.

-Var mıdır güçten iyisi?

-Yiyecek. Güç gider on gün yenmezse.

-Yiyecekten iyisi?

-Su. Daha iyisi: Ateş.

Hava ile buluşan ateş

ısıtır mekânı.

Ve kendini gösterdikten sonra

suya yol açar.

Ateşte yoğunlaşan Brahman

ışık dolar -kurtulup karanlıktan.

-Var mıdır ateşten iyisi?

-Uzay.

Güneş, ay, yıldırım, ateş onda.

Brahman olarak uzayda yoğunlaşan

ışık âlemi edinir –uzak, geniş.

-Var mıdır iyisi uzaydan?

-Bellek. Anlayamaz hatırlamayan.

Onunla tanırız çocuğumuzu.

Bellek üstünde yoğunlaş.

-Daha iyisi?

-Umut. Ancak umutla

istenebilir bu dünya, öte dünya.

Umudu düşünen Brahman

umut kadar uzanır öteye.

-Var mıdır umuttan iyisi?

-Ruh. Öte yandan, ancak

doğruları fark edip konuşan

üstün gelebilir.

-Doğrularla erişebilir miyim yetkinliğe?

-Önce iste.

-İstiyorum, efendim.

-Ancak anlayabilen

söz edebilir doğrulardan.

Ama önce istemeli.

-İstiyorum, usta, gerçekten.

-Ancak düşünen anlar.

Düşünmeyi anlamayı istemek gerek.

İnanınca düşünebilir insan.

İnancı anlamak için istek gerek.

-İstiyorum, usta.

-Bir kılavuza bağlanan inanır ancak.

Bu bağı anlamayı istemeliyiz.

-İstiyorum.

-Duyuları denetleyip yoğunlaşmakla

bağ oluşur ancak.

Bu eylemi anlamayı istemeliyiz.

-İstiyorum, ustam.

-Ancak sevinçle eyler insan.

Sevinci anlamayı istemeliyiz.

Sonsuzluk sevinçtir.

Sonluda sevinç olmaz.

Sonsuzluğu anlamayı istemeliyiz.

--İstiyorum, efendim.

-Sonsuz ölümsüz, sonlu ölümlüdür.

-Nerededir sonsuzluk?

-Kendi şanında –bile değil.

Kendinden başka şeyde olamaz.

Aşağı, yukarı, arka, önce, sağ, sol…

Hepsidir. Şimdi de

Sonsuzluğa Ben ile bakalım:

Aşağıda, yukarıda, hepsindeyim,

hepsiyim.

Sonsuzluğa Benlik açısından bakınca:

Benlik. Kendilik.

Aşağı, yukarı, arka, önce…

Benlik hepsidir.

Benliğinden kıvanç duyan

egemen olur: Kendini yönetir.

Bütün âlemlerde efendi, usta.

Başka türlü düşünen

başka efendi bulur,

eylem özgürlüğü olmadan.

Saf beslenen saf düşünür. Ve

ancak saf zihinle gevşer

inanç bağlarımız.

http://www.birgun.net/writer_2008_index.php?category_code=1187091474&news_code=1226360743&year=2008&month=11&day=11

Sunday, 8. February 2009

Dünyanın en büyük mucizesi

“Dünyanın en büyük mucizesi, çok gençken iyi bir öğretmene rastlamaktır. Bunun dışındaki bütün öbür mucizelerse ancak kutsal kitaplarda mevcuttur,”

http://www10.gazetevatan.com/vatankitap/haberdetay.asp?hkat=1&hid=13432&yaz=Buket%20Uzuner

Wednesday, 7. January 2009

SELAM OLSUN ‘TENİ TARÇIN KOKULU ÇOCUKLARA...’ YA DA ‘GENÇLİK MUHALEFETİ’NE!

Geleceğimizi istiyoruz! Bu slogan bizim devrimci gençlerin dilinden düşmedi yıllardır ve şimdi kendi göbeklerini kestiler ve adlarını da yine kendileri koydular: Gençlik Muhalefeti.

Ve yola koyuldular, şöyle dediler:

“Yüzünde karanfil taşıyan çocuklar

atlanın gidiyoruz.

buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara.”

Birkaç yıl önce, bu gençler için Refleks dergisine bir yazı yazmıştım; onların “gelecek uzun sürer, hayattan umut kesilmez” başlıklı yazılarına nazire, “geçmiş de uzun sürer; çünkü umuttaki hayat hiç eksilmez” diye başlık attığım bu yazıyla, şimdi, Gençlik Muhalefeti’ni bir kez daha selamlayabilirim:

Benden meşrebime uygun bir yazı istemiştiniz; Refleks dergisi için...

Ne yazsaydım? Kendimi mi? Mesela: baharlara kır oldum okuldan kırdım; kıyılarda çim oldum ırmakta çimdim; sabahları çiğ oldum pişmedim çiğdim; ovalara düz oldum türküler düzdüm; mevsimlerde yaz oldum güneşi yazdım; adsızlara san oldum meşhurum sandım; şirinlere yar oldum dağları yardım; nağmelerde es oldum rüzgârla estim... desem, kendimi anlatmış sayılır mıydım?

Ne yazsaydım? Kendimizi mi? Mesela: saatlerde an olduk devrimi andık; kavgalara yan olduk karakolda yandık; taraklara bez olduk dokunmaktan bezdik; tarihlere yıl olduk tekerrürden yıldık; uykulara düş olduk ütopyadan düştük; yolculara yol olduk dikenleri yolduk; çıplaklara yen olduk burjuva mı yendik... desem, kendimizi anlatmış sayılır mıydım?

Hem bunları söyledik de ne oldu sanki? Karşımıza geçtiler, faşistiz dediler, liberaliz dediler, şuyuz buyuz ama muhafazakârız ve dahi kurallara bağlıyız dediler; ama hep bildik bir türküyü söylediler: iktidara gider iken yağdı da bir çamur, seçmenimin metresi medya medyası hamur, iktidara kanlı da göynek ne güzel yaraşır! ... dediler. Demediler mi?

Öyleyse şimdi boş vereyim bunları. Senin genç yaşındaki uzuun geleceğine nazire, ben de peşimizi terk etmeyen geçmişimizden, geceleri gökyüzüne bakarken seyir eylediğimiz, kayan yıldızlarımızdan medet umayım. Ve şunu hatırlayayım: “Baba” diye sormuştu oğlum Bulut dört yaşındayken; ve gökyüzünün yıldızlarını seyrederken Ayvalık sahillerinde: “Depremde her yer sallandı, nasıl oluyor da bu yıldızlar düşmüyor oradan?” “Yumruklarını sıkmışlardır evladım” diyememiştim; deseydim, elbette anlamazdı. Ama anlayan mutlaka çıkardı vakti zamanında, şimdi de hâlâ çıkar mı? Bilemiyorum. Sanki hep geçmişimizdeymişiz gibi olsun da istiyorum...

sanki biz hep böyleymişiz; sanki hep biz söylermişiz; söylermişiz böyle olduğumuzu; sanki hep sıkarmışız bir yumruklu yıldızı, her karanlığımızda; ve hiç susarmışız her eylül bozgununda...

Yahu arkadaş nedir bu işin sırrı? Yani milyarlarca insan evladının çözemediği bir sırrı çözmeye; ve şimdi inzivamdayken, mecbur muyum şifresini bilmeye, milyar bilinmezli denklemin? Laf aramızda tek çözdüğüm şudur ki, insan sadece içince şairliğini deşifre ediyor ve ayıkken okuyamadığı şiirlerini okuyor sofradakilere; ve sadece münzeviyken kendi mahrem hakikatlerini deşifre ediyor ve toplum içindeyken yazamadıklarını döktürüyor dergilere, bir nevi bir refleks olarak...

Bunları basmakalıp yazdıktan sonra, loş odanın pencere camında kendi aksimi gördüm, hakikaten aksiydim. Bıyığımı çekiştiriyorken yakaladım kendimi ve üstelik gözlüklerim de parlıyordu. Bir an için, heyhat, gözlüklerimin parıltısının ardına gizlenmiş gözlerimin içindeki bir karanlıkla, bir ağıtla karşılaştım. Yazdıklarımızın zulasında, ne denli neşeli ve muzip yazmışsak yazalım, hep bir yerinde, hep bir ağıt da duruyor gibi geliyor bana... Deyip tam da burada bitirebilirim sohbeti... Ya da belki bitirmeden ve şöyle de devam edebilirim:

Yoldaşlar ferman ettiler ki, bu türden sözler, deyişler, refleksler tüzüğe [devrimciliğe] aykırıdır! Eğer tüzüğe aykırı söz makbul değilse, eğer muzipliklerin ve dahi ağıtların tüzüğe uygun olması gerekiyorsa, suçum sabittir. Tüzüğe aykırı muzipçe gülmek ya da ağıtlar düzmek, sınıfsız toplum projesine de aykırıysa, boynum kıldan incedir. Lakin biline ki, sınıfsız ama insansız bir toplumu öngören her tür tüzüğe karşı da isyan edenlerdenim. Sınıfsız ve fakat insansız bir sosyalizm tüzük emriyse, ben bu mektubumda mesela, sosyalistlikten dahi istifa edebilirim.

Yahu gençlersiniz, sizlere kıyamam; mektubumu bitirirken, önce teker teker gözlerinizden ve gözlerinizden öpeyim ve sonra bu tüzük müfettişleriyle ilk olmayan ve son olmayacak kavgamı, izin verirseniz sizlerin de yerine, bırakın bir kez daha tazeleyeyim:

Ben ki, imza, kendimin nostradamusuyum namussuzum; aha işte buraya şerh düşüyorum:

Ey kurallarını isyankâr gençlerin geleceğine pranga pranga atanlar, her türlü refleksi kuralsızlık ve edepsizlik sayanlar! Biliyorum, her zaman bir aradayız; ama çooook uzağınızdayım, inzivalardayım; ama çooook uzağımdasınız, kurallarınızdasınız; oysa her an karşımdasınız; öyleyse her an karşınızdayım; çünkü benzer kelimelerle konuşuyor, benzer kavramlarla düşünüyoruz ya; bir özne, üç sıfat, bir zarf, iki edat, üç bağlaç ve nihayet bir yüklemin fiilinde afili cümleler dahi kuruyoruz ya... Gidip şimdi bir talcit emeceğim; ve cümlenizi hazmedeceğim...

• • •

Sahi, Murathan Mungan başka ne demişti?

“eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını

yanınıza alın

sabahı karşılayın her günkü sabahı

gülümseyin yüzünüzün sığmadığı

kuşlu aynalara

mayın diye gömün yüreklerinizi

ölülerinizi verdiğiniz toprağa

vedalaşın denklerini toplanmış geçmişinizle!

unutmayın göçmen tarihlerden,

yerleşik zulümlerden geçilerek

varıldı yüzyılın eşiğine

...

geçer devran, takvimler el değiştirir.

gün gelir zulüm de göçer

uzağı gören çocuklar bilir

gelecek uzun sürer...”


MELİH PEKDEMİR

Thursday, 25. December 2008

Biliyorsunuz, kadınların zalim bir sözü vardır...

(Biliyorsunuz, kadınların zalim bir sözü vardır: "I wouldn't marry you even if you were the last man left on earth"...
Dünyada kalan son erkek bile olsan, yine de seninle evlenmem...)

I always wanted to be the last guy on Earth, just to see if all those women were lying to me. -- Ronnie Shakes

Hep dünyada kalan son erkek olmak istemişimdir; acaba bütün bu kadınlar bana yalan mı söylüyorlardı, görebilmek için...


Brigands demand your money or your life; women require both. -- Samuel Butler

ÇEVİRİSİ: Yolkesen eşkiya ya paranı ya canını alır; kadınlar her ikisini de ister...

Ambrose Bierce Diyor ki:

Would that we could fall into her arms without falling into her hands.

Ah, kollarına düşmenin bir yolunu bulabilsek -- ellerine düşmeden !!!

Çok zalim, çoook zalim bir söz:

Her başarılı erkeğin arkasında, buna çok şaşıran bir kadın vardır!..

Tuesday, 9. December 2008

2000'li Yıllarda

Günümüzün Kurbanı: İnsan...
Aztekler insan kurban ederlerdi.

Tanrıların “kendine kurban alarak geri kalanları bağışlaması için” bakire kızları seçerek sunak üzerinde kurban ederlerdi.

Kurban geleneğinin temeli Tanrı korkusudur.

Kurban edenler de Tanrı’nın bu kurbanı kabul ederek kendilerini bağışlayacağını umarlar.

Ama günümüzün asıl kurbanı “İNSAN”dır.

Günümüzün dini de ‘PARA’dır.

Günümüzün tapınakları “ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ”dir.

“ALIŞVERİŞ” de günümüzün ibadetidir.

Ekonomik kriz gene insanı kurban ediyor.

İşten çıkarmalar, işsizlik.

Ne sürede düzeleceği bilinmeyen küresel kaos.

Çalışanların işten çıkarılma korkusu.

İnsanların korkudan duralaması.

Aztekler bir kaç genç kızı kurban ediyorlardı.

“İlkel toplum” sayılmalarının bir nedeni de budur.

Ya günümüzün toplumlarına ne demek gerekiyor?

Modern mi, postmodern mi?

Ya da ilkelden daha ilkel mi?

Paravanı küreselleşme olan kapitalizm bütün insanları kurban ediyor.

Bakınız nasıl ?

***

Çocuklarımız kurban edilmektedir.

Onlar artık alışveriş dünyasının kurbanlarıdır.

Yedikleri, içtikleri, giydikleri, oynadıkları, eğlendikleri her şey “PAZAR EKONOMİSİ” tarafından belirlenmektedir.

Fast-food beslenme, kolalı ve gazlı içecekler, marka giysiler, elektronik oyuncaklar, günü geçirme eğlenceleri, her şey, her şey bu alanda kâr sağlayan şirketlerin yönlendirmeleriyle biçimlenmektedir.

***

Gençlerimiz kurban edilmektedir.

Bütün sosyal değerler tepetaklak edilmiştir.

Gençlerimiz ne olduklarıyla değil, nasıl göründükleriyle ilgilendirilmektedir.

Nasıl görüneceklerine de moda şablonlar karar vermektedir.

Bilgisayar ve internet kültürü eğlenmeye ve zaman geçirmeye hizmet etmektedir.

Yaşamlarını sorgulamaları engellenmektedir.

Sorumluluk duyguları yok edilmektedir.

Hedef seçmeleri şaşırtılmaktadır.

Gelecek umutları karartılmaktadır.

Gençlerimiz böyle kurban edilmektedir.

***

Kadınlar kendi bedenlerinden nefret ettirilmektedir.

Kadınların saçları, gözleri, yüzleri, tenleri, bedenleri birer endüstri nesnesi olmuştur.

Boyalar, kokular, cilt taşlamalar, yosun banyoları onları esir almaktadır.

Bunları önemsemeyenler, yapmayanlar kendinden nefret ettirilmekte, kendini aforoz etmeye zorlanmaktadır.

Anoreksi, sıfır beden günümüzün en değerli modeli olmaktadır.

Kadınlar artık gönüllü kurbanlardır.

***

Ve erkekler her zamanki kurbanlardır.

Onlar da kendilerine kurban edilmişlerdir.

Kimisi güçlü olma adına kurban edilmektedir.

Kimisi sorumluluklarıyla kurban edilmektedir.

Kimisi erkekliğinin kurbanıdır.

***

Günümüzün kurbanı: “İNSAN”...

erdalatak@gmail.com

Monday, 3. November 2008

Ariyorum

"Akli basinda, kültürlü ama denize dayanikli, paslanmaz, kadin ariyorum.

Fikret Kizilok"

Monday, 14. July 2008

Ayrılığın eski tadı yok

Biz çocukken, tepesinde bir dantela örtüyle başköşede duran yeşil ışıklı ahşap radyomuzdan, hüzzam makamında ayrılık şarkıları yayılırdı salona:
“Ayrılık, ümitlerin ötesinde bir şehir”di o zamanlar;
“...ne bir kuş, ne bir haber, ne de bir selam gelir”di.
“Yaman kelime”ydi ayrılık; “benzetmek azdı ölüme”...
Ve her kim uğrarsa bu zulme, “gündüzü olurdu gece...”
Selahaddin Pınar’ın tamburu “Ayrılık yarı ölmekmiş/ o bir alevden gömlekmiş” diye inler ve sorardı:
“Ey sevgili sen nerdesin/ nerdesin ey sevgili?”
“Çerağ” nedir bilmezdik; ama Sevim Tanürek, “Alev alev çerağız biz/ Ayrılsak da beraberiz” deyince bir yangın fitili tutuşurdu yüreğimizde...
Sonra Zeki Müren çağlardı, tane tane söyleyerek:
“Aynı bedende can gibiyiz/ cana can veren kan gibiyiz/
Yanıp da bitmez kül gibiyiz/ biz ayrılamayız/
Eller ayırsa bile/ yollar ayırsa bile/ biz ayrılamayız.”
* * *
Büyüdük; o “çerağ” da içimizde büyüdü alev alev...
Sevdalandık... ayrıldık... yandık.
Ayrılıkla ölümü, biz de Abdürrahim Karakoç’un “Mihriban”ıyla kıyasladık:
“Ayrılıktan zor belleme ölümü/ Görmeyince sezilmiyor Mihriban...”
Timur Selçuk, “Ayrılanlar için” değil, bizim için çalıyordu:
“Ne kadar acı olsa / ne kadar güç olsa/ Her şeyi, evet her şeyi unutmalı”ydık.
“Kalırsa içimizde bir derin sızı kalır”dı.
* * *
Derken vuslat kolaylaştıkça; basitleşti ayrılmalar da...
Kocamaya bir yastık yetmez oldu.
Sönenin son ateşiyle yakılan sigaralar gibi; ayrı düşülen yavuklunun hasreti, yeni bir aşkın kollarında giderildi.
Ve günün birinde Ajda Pekkan, “başı yukarda meydan okuyarak hayata”, ayrılıkların üzerindeki o kırık yeniklik duygusunu silip attı:
“Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık” diye kovaladı eski sevgiliyi:
“Bir zamanlar sen de bana acımadın/ yalnız kaldım/ Yıkılmadım ayaktayım.”
* * *
Herkes bu çıkışı bekliyordu sanki...
“Ümitlerin ötesindeki o şehir” bir anda tarumar oldu.
Bir baktık ki 20. yüzyılla birlikte, ayrılan yollarda söylenen şarkılar da değişmiş, herkese bir güven gelmiş.
“Aşk dediğin geliyor, geçiyor” diyen Hande Yener, ayrılığın onuncu gününde eski sevgilisine “Yalnız değilim, sıkılmıyorum” mesajı göndermiş.
Nazan Öncel, bir vedalaşmayı “Jetonu mu yoktu, aramadı gitti/ velhasıl bitti” diye özetlemiş.
Sonra jeton da tarih oldu.
Ayrılık acısının ilacı bulundu.
Demet Akalın bir yıl önce “seve seve” ayrıldığı sevgilisiyle “İsim neydi çıkaramadım/ adın neydi hatırlamadım” diye kafa buldu.
Şimdilerde dillerde gezen bir yaz şarkısında ayrılıklara iyi gelecek formülü açıklıyor:
“Hemen yeni bir aşk bulunur, yerin çabuk doldurulur/ Sevgilimi koluma takarım/ Bebek’te üç beş tur atarım/ Olmadı bi de sinema yaparım/ gördüğün gibi çok unutkanım.”
* * *
Dedim ya, ayrılığın eski tadı yok.
Şarkılardan belli...

Can Dündar

Monday, 17. March 2008

Başka hayatlar gerek bize… sensiz bir hayat…...sessiz bir hayat…

...ve en az kaç kez çoğalacağımıza, kendi romantik eylemlerimizle karar verebileceğimiz bir hayat… mümkünse şayet!…”


Başka hayatlar gerek bize... başka çocuklar... yazılacak onca sevda mektubu, toplanacak onca bahar yağmuru, saklanıp çoğaltılacak onca nergis demeti varken dertsiz ovaların sakin yankılarında; biriktirilecek onca yeni dost, demlenecek onca anı, atılacak onca ilmek, keşfedilecek onca koy varken yaban mersinlerinin uzanıp uykulara daldığı; tenimizi acıtıyor ille de her defasında bitkin doğan ihtiyar güneş... sesim başucumda bekliyor her sabah benden önce uyanıp... “nasılsın bugün...” demek gerek her defasında, unutursam şayet biliyorum neyle karşılaşacağımı... sesim bana küsüyor ve ne zaman yaşasam bu talihsiz unutkanlığı, adsız şehirlerde “sessiz” sürgünlere terk ediliyorum... işte o an en zoru başlıyor kimsesiz seyyahlığımın... “nasılsın bugün” yanıtını bana savuruyor kısılan sesim... mecburum... en kötüsü kendine sessiz kalması kişinin, bilirim... “mutsuzum...” diyorum... “buralara ait olmaktan vazgeçemiyorum, ağrılı bir yüreği böldük ortadan ve yarısı bende kaldı, yarısı onda... her şey yarım... ağaçlar, rüzgarın sesi, verilen sözler, sobada yanan ateş, palamutlardan çaldığım ıslık, kapı komşumun gölgesi, okuduğum ve dahi okunmayı bekleyen kitaplar, günlük gazetem, uykulara daldığım koltuğum, eve dönüş hallerim, otobüs durakları, yürüyüşe çıkan anneler ve ellerinden sımsıkı tuttukları çocukları ve kimi yorgun babalar, okullar, ders kitapları, kuşlar, söz verip aramayı unutturan yarısı kayıp nedenlerim, binalar, caddeler, ve tüm kedileri bu coğrafyanın... “mutsuzum” diyorum... “ağrılı bir yüreği böldük ortadan ve yarısı bende kaldı, yarısı onda... her şey yarım... ülkem beni sevmiyor... güneş yarım doğuyor...”

Son Cuma hariç... nasıl bir sevinç bu yaşadığım, kesilmiş olmasa da çektiğimiz acıların ve yattığımız korku dolu uykuların faturası henüz... komşu köşkün sakinleri ilk kez uykusuz kaldı... yeni ayetler gerek... beş vakit yürek sıkıntısına nöbet tutmak üzere kiralandı gemiler... ve belki bu “son” sefer... karanlık kendini kılıyor bildiği duaları sayıklayarak ve aydınlıktan köşe bucak kaçarak... yağmur yarım yağmadı bu sabah... rüzgar tersten esmiyor... binalar biraz olsun sağlam duruyor yerlerinde... caddeler bu kez temiz... kediler dört ayaklı, ağaçlarımın kökleri ilk kez tokalaşıyor onca zaman sonrasında... sobadaki ateş harını aldı hepten... komşu “günaydın” diyerek koşarcasına iniyor merdivenlerden ve ilk kez unutmuyor gölgesi adımlarını sahiplenmekten... sessizce ödünç verdiğim soluğum buluyor yerini bu sabah ve ilk kez ıslık tutuyor palamutlarım fazla zahmet çekmeden... “Cuma”ya gidenler, gerçekte her Cuma gününün zaten kendiliğinden geldiğini hep nasıl da inkar ettiler... geldi işte... Cuma bu kez hepten şiddetle geldi... rivayet odur ki, “en çok satan kitaplar” listesinde başı çeken kutsal kitap, bir kızılağacın gölgesinde dualarını biraz olsun serinletebilmek ve ilk kez bir türkü tutturup bir cigara tellendirerek atmak istermiş yorgunluğunu şimdilerde... ayetler yorgun düşmüş... elçiye zeval olur mu ki...

Elhamdülillah şeriatçıyız... (21.11.1994)
Yılbaşına karşıyım... (19.12.1994)
Ben tekkeye değil dergaha gittim... (22.01.1997)
Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok... (12.05.1994)
10 Kasım’da yaygara kopartıldı... (14.11.1994)
İçki yasaklansın... (1.05.1996)
Sadece imamlar resmi nikah kıysın...
İstanbul’u Medine yapacağız....
Bütün okullar İmam Hatip yapılacak... (17.09.1994)
Ben İstanbul’un imamıyım... (8.01.1995)
Yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir... (25.06.1994)
Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür.. (6.03.1996)
Milli Piyango zulümdür... (29.09.1994)
Taksim’deki caminin temelini inşallah atacağız... (01.07.1994)
Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır... (05.02.1996)
Sarık operasyonu çok komik... (15.05.1995)
Ben Meclis’in dua ile açılmasından yanayım... (8.01.1996)
İmamlar da nikah kıysın... (9.05.1995)
Askerlik yan gelip yatma yeri değildir... (2006)
Ananı da al git ulan... (2006)
Biz referansı İslam olan bir düşünceyi temsil ediyoruz... %99_u müslüman olan Türkiye’de başka bir şey olur mu?...
”Kahrolsun şeriat...” diyenler kendi kendilerine kahrolmaktadırlar... (1990)
Tevhid-i Tedrisat Kanunu nerlerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindir....
Harf İnkılabı vasıtasıyla bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okur yazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır... (1993)
Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor!... Yani bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu!... Sen bunun önüne geçemezsin ki!... Millete rağmen bu yürümez zaten.... Millet isterse tabii ki gidecek be!… Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına?.. Bir tarif edin diyorsun, tarif edemiyor… Bu nemenem şey yahu!.. (1995)
1,5 milyarlık İslam alemi, müslüman Türk Milleti’nin ayağa kalkmasını bekliyor… Kalkacağız… Işıkları göründü… Allah’ın izniyle kıyam başlayacak… (Ümraniye - 1995)
Türkiye Cumhuriyeti’nin 70 yıllık tarihine baktığımızda, rejimin yüz akı ile çıktığını söyleyemeyiz... (2. Cumhuriyet Tartışmaları - 1993)

Bize göre demokrasi amaç değil ancak bir araçtır… Hangi sisteme girmek istiyorsanız, bu düzenin seçiminde bir araçtır...
Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur...
Hatta Türkiye din konusunda da aynı şeyi seçmiş, kendisine din olarak Kemalizm’i (Atatürkçülük, Laiklik, Devrimler…) almış, başka hiçbir dine (müslümanlık dahil!) hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir...
Türkiye Cumhuriyeti, 1923_ten bu yana sürekli gerileyiş içindedir... Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır...
Türkiye’yi İslam’ın devlet planı içinde düşünüyorum... Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur...
Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın ilkeleridir... Her şey ona göre belirlenir…

Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim… Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir… Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim… (1980)
Ben değişmedim, dün neysem, bugün de oyum... (2006)

Sen istesen de değişemezsin, Bay Başkan… Taş yerinde ağırdır… dalgalar denizine, ağaçlar ormanlara, imamlar camilere, ağıtlar ölümlere, emekler işçilere, balyozlar özgürlüğe, ustalar çıraklara, kelamın geldiğin yere ve bu memleket inadına ve ille de hep bizlere aitken gerçekte, bizler “sensiz kalabilme” düşlerine teslim ediyoruz uykularımızı her gece… başka hayatlar gerek bize… sensiz bir hayat… sessiz bir hayat… ve en az kaç kez çoğalacağımıza, kendi romantik eylemlerimizle karar verebileceğimiz bir hayat… mümkünse şayet!…

Deniz Aslı 15/03/08

denizasli@gmail.com

Ara

 

Vesaire

Ç ç Ğ ğ İ ı Ö ö Ş ş Ü ü

»» Türk Harfleri Çevirmeni

»» Bize Ulaşın
»» RSS:Başlıklar

Arşiv

April 2024
Sun
Mon
Tue
Wed
Thu
Fri
Sat
 
 1 
 2 
 3 
 4 
 5 
 6 
 7 
 8 
 9 
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
 
 
 
 
 
 
 

Sıcağı sıcağına

https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
zehni - 9. Mar, 17:18
von Blogger zu Blogger
Würdest Du mir ein Interview geben? Ich schreibe unter...
ChristopherAG - 5. May, 01:06
Su akıyor ve ben gidiyorum...
Sonra fark ettim ki Su akıyor rüzgar esiyor Yağmur...
zehni - 15. Apr, 13:42
Sana..
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş...
zehni - 15. Apr, 13:32
Görenlere Aşk ola
Asik olan ummana düser vay vay vay Hayvan gelir insan...
zehni - 25. Dec, 16:15
İnek nasıl kaşınır?..
İNEĞİN köydeki Atatürk büstüne sürünmesi ve büstü devirip...
zehni - 26. May, 20:22
Takvimlerden haberin...
GECELER DÜŞMAN Söz - Beste : Adnan Ergil Takvimlerden...
zehni - 26. May, 20:19
DİNİ YİRMİ KURUŞA SATMAYANLAR
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep...
zehni - 10. Apr, 12:48
UPANİŞADLAR
İnsanlığın en eski felsefe eserleri. 4000 yıl önce,...
zehni - 17. Mar, 18:20
YEM BORUSU
Görmüyoruz sanmayın içyüzünü işlerin, O doğru duruşların...
zehni - 14. Mar, 13:02

Users Status

You are not logged in.

Durum

Online for 7139 days
Last update: 15. Jul, 02:03

turkey




Get Firefox!
Get Thunderbird!

CiDDi CiDDi
FUCKUELTE HAYVANI
gayriciddi
KOESHEM
OKUMUSH CHOCUK
SHARKI ve SHIIR
ya$ayarak
Profil
Logout
Subscribe Weblog