pen36 header icon36

ya$ayarak

Thursday, 14. February 2008

Kırmızı gülün özgürlüğü...

4971813

SUUDİ Arabistan’da bugün sevgililerin birbirlerine kırmızı gül vermeleri yasaklandı.

Orada bir tür devlet gücü olan "İyiliği teşvik ve kötülükten men komitesi" çarşıda-pazarda kırmızı oyuncak ayıların da, kırmızı boncukların da satışını suç saydı.

"Dini polis" yakalarsa, ne yapıyorlar bilmiyorum.

Sebebi; Sevgililer Günü’nün dine uygun olmayışı.

Böyle olunca ne yapacaksınız, elbette oyuncak ayılar da, kırmızı boncuklar da, güller de yasak.

*


Yoksa öyle bir ülkede mi yaşamak isterdiniz?

Düşünün; Sevgililer Günü’nde elinizde bir kırmızı gül, anısı olan şarkınızı mırıldana mırıldana mutlulukla giderken polis devriyesi sizi kovalıyor. Siz ise, elinizdeki gül ruhsatsız tabancaymış gibi nasıl da kaçıyorsunuz.

Göz göze gelmek yasak...

El tutmak yasak...

Bence "seviyorum" demek de yasaktır.

"Aşk" yasak...

Oyuncak ayılar yasak...

Kırmızı boncuklar yasak...

Güller yasak...

*

Henüz o noktaya gelmemiş olsak dahi; haremlerin kurulduğu, saç ucunun gözükmesinin dahi günah sayıldığı...

"İçki yasağı" gibi masum gözüken dayatmalarla başlayıp, afişlerdeki kadın resimlerinin boya ile giydirildiği...

Ramazanlarda ağzı oynayanın dövüldüğü, yılbaşı kutlamalarının haram ilan edildiği...

Anayasa’sına "türbanın" girdiği...

En son dün; Başbakan’ının gazetelerdeki arka sayfa güzellerine içerleyip bunu sorun yaptığı...

Kısacası, "Arabistan" yapılmak istenen bir ülkede, Sevgililer Günü’nün "ahlaksızlık" sayıldığını bilmez miyiz?

*

Ve bugün Sevgililer Günü.

En büyük ibadettir sevmek, yobaz ne derse desin.

Aşk; yaşamaktır.

Oyuncak ayılar alın.

Renkli boncuklar...

Kırmızı güller verin sevgililerinize.
Bekir COŞKUN

Monday, 28. January 2008

Kenofobi

Bilinir ki gölgeyi gölge kılan, cisme vuran ışıktır. Işık alan her cismin gölgesi vardır ve gölgeler dünyası bir bakıma ışığın karanlıkla dansıdır. Belki de bu coğrafyada olup bitenler ışık ile karanlık arasındaki bir gölgeler dansıdır. Işık bir imkândır, hakikatleri bulma, yalanları görebilme imkânı... Karanlık bir imkânsızlık... Körlük... Böyle bir toplum olduk yani. Bir o yana bir bu yana salınıp duruyor gölgeler. Sadece birer gölge olarak var olabilenler. Işık! Gökten nur olarak inmiyor. Titrek bir ampul yetiyor. Kim ki bir ampul yakıyor, "ışık" saçmış sayılıyor; umut vaat ediyor, başa geçiriliyor ve hemen onun dibinde kararıp gölgesi oluyor çoğunluk. Belki de "fotofo-bi" sahibi, yani ışıktan korkan, ışıksızlık özlemi çeken gölgeler diyarındayız... İşte bu duygu, gölge olmak istemeyenlerin de içini karartıyor, gölgelerin gölgesinde kalıyorlar, kalıyoruz. Gölge edenlerin ve dahası "gölgelerin gölgesinde" kopkoyu bir azınlıktayız. Ve "Onlar", yani gölge edenler, elbette gölgelerinin kendilerine ait ve kendileri sayesinde olduğunu sanıyorlar. Oysa bu coğrafyada gölge edebilmenin kuralları da bir tuhaftır: Gölgeler kendilerini gölge edenleri ve kendilerine gölge edenleri bizzat seçiyorlar, gölge edilmekten başka ihsan istemiyorlar.

yazinin tamami

http://www.birgun.net/bolum-73-yazar-67.html

Sunday, 27. January 2008

En son sen duyarsın, ustanın öldüğünü...

...ve çöl tavuklarına yem olur sevdalı düşlerin... affetmezsin...


"Ben berberim, saç keserim... tek bildiğim bu benim... kimi çok az kestirir saçlarının ucundan, kimi kendi kıvırır burmalı maşalardan... ustam, saçları hadım etmelere yasaklar koydu çoktan... bizim buralarda, berberlerin namus borçları vardır birbirlerine... biz 'maşayla' saç kıvırmayız... dükkanlarımızın sözcüsü, bunu yasak belletti... çok zorda kalırsak şayet, parmaklarımızı kızgın ateşlere atar, öyle kıvırırız saç tellerini... burada "maşa" yasak... adanın selameti için... bir de sazımıza teller ekleriz artan kırık uçlardan... müşteri karşı çıkmaz genelde... kimi sırf bunun için gelir bize... 'saçlarıma bir türkü yak...' der... ısmarlama olmaz bu işler, usta karar verir buna... hem kim istemez ki saçının bir teline türküler yakılmasını... susan başlarla işimiz olmaz bizim... bizim buralarda, haysiyet dedikleri, saç tellerinden sorulur... çöl tavuklarının esamesi okunmaz bu adada... zaten istesek de bu iklimde üremelerini sağlayamayız... bizim ada, dalgalı denizlerden... sizin adada rüzgar ters eser olmuş... mülteciler buradaydı önceki gün... artık burada kalacaklar... sizin oralarda türkü yakanları ateşlere atanlar bile olmuş... görsek de inanmayız... biz parmaklarımızı kurban verirken ateşlere, onca saç telinin kırıklarından bile türküler yakabilmek niyetine, sizin adada kara bakışlı zalim dişiler ve erkekler üremiş, tüm özgür rüzgarlara hasret saçları susturmak için... sizin oralarda türküler, tek ömürlük canları elinden alınanların ardından söylenir olmuş... sizinkisi, çölde 'dikenli öksüz balığı'ya-şatmaya çalışmak gibi bir şey olmuş... keşke çöl tavuklarına önlem alsaydınız önceden... ben berberim, saç keserim... adanın türkülerine göz dikeni bağışlamayız... ellerimiz kömürden ... ustam, saçları hadım etmelere yasaklar koydu çoktan...si-zin usta, diyorum...sizin usta, nerede?..."

Bizim usta, yok... hiçbir şeyin ustası yok benim adamda... cilveli ayetler dört dönüyor meydanlarda... darağaçlarma sürgün çizmeler dikiyorum keçeden, kanatarak mavi düştü avuçlarımı... aynı uzuvlara sahip olduğum ötekiler yüzünden, utançların en korlu hallerini yaşıyorum bedenimde... çöl tütsüleriyle efsunlanmış adamın kıyıları, üzgün balıklarla dolu yine... bu hayatın, sadece erkeklerden ve iştahlı bedenlerden ibaret olduğunu düşünenlerin komşusu-yum... bu hayatın, yalnızca iki bedenin birbirini hiç dinmeyen bir açlıkla avuçlamaktan ve dişlemekten ibaret olduğu gerçeğiyle yaşayan azgın dişilerin gölgesiyim... bu hayatın, gördüğü her kadın ya da erkeği iğfal etmekten ibaret olduğu kirli bakışlı "ötekilerin" alay konuşuyum... kendimi sokaklara vuruyorum... kutsal kitaplar taciri, zillerin; şalların ve güllerin sokaklarında yeni vaazlar veriyor... ben güllerden vazgeçtim, çocukluğumun kaldırım taşlarını arıyorum...

"sen acıtmazsın... hiçbir zaman acıtamazsın... göğsüme bıçak soksan bile acıtamazsın... sende ben var çünkü..." diyerek dalıp gidiyor dirsekleri yamalı gölgem, uzaklara... ve son cümleyi ellerimin arasına, yalnızlığımın yenik düşürülen suskun acılarına bırakıyor... "insan, kendi kendini acıtabilir mi..." "acıtır" diyebilmek istiyorum... saklamadan gerçeği... insan en çok, kendi kendini acıtır..."...

önceleri istemeden olur bu, önce dizlerin kanar... küçük kazalara emanet bırakırsın o ince, taze deri parçasını... ağlarsın... sonra annen gelir, düştüğün o yeri, ayağının takıldığı o taş parçasını döver... ve vazgeçer ağlamaktan, gözlerin... suçlu, ne kadar sert bakışlı da olsa, yalnızca bir taş parçasıdır... rahatlarsın... bilirsin ki, taş susar... ve küçük diz kapaklarındaki tülden ince o deri, kendini çabuk toparlar... kendini bu denli süratle iyileştiren tek taze yaradır, gençliğin... fark etmezsin...

kimi annelerin, yavrularının tökezleyip de düştükleri yerleri ve taşları dövdüğü tek memlekettir sözünü ettiğim yer... belki budur çoğunu cesur ve meydan okuyan karşı duruşlardan alıkoyan... ve yavrusunu yara aldığı taşlardan sakınmayan, taşlardan ağıtlar yakıp da dizlerini dövmeyen, bana "yaşayabilmek" cesaretini vermekten yorulmayan şiir gözlü bir masaldan anneye sahip olabilmektir, benim bahtım... belediyeler ilk önce kaldırım taşlarını henüz hiç eskimemiş "eskileriyle" değiştirerek başlarlar gösterilerine... gerçekte henüz adımlarının sıcaklığını bile tanımayacak kadar yeni kaldırım taşlarına küskün büyütülürsün ara mahallelerde... ara verilmeksizin değiştirilen kaldırım taşlarından cephaneler yaratırsın... ve öfkeyle karışık hallerinin öteki yüzüyle tanışırsın... adımlarının senden koparıldığı bir adaya bırakılmışındır... birileri hiç durmadan seni yabancı kılmaya çalışır adanın yollarına... sen ille de kendi eski taşlarını sektirmek istersin yarınlarına yazdığın masallarda... ama sadece sıradan bir "taştır" sözünü ettiğin... sonra şeklini ilk defa gördüğün bir başka taş atar biri sevdalı yüreğine... bir ömür boyu değiştirdiği kaldırım taşlarının tutkulu hikayeleriyle gelir sana... ve her fırsatta "eskimeyen" öteki unutulmaz aşklarıyla vurur yorgun yüreğini... küçücük sevdalı bir çift güvercin olabilmek düşünü alır kimsesiz avuçlarının arasından... oysa o son büyülü taşa, yalnızca dört elle sarılabilmektir senin imkansız düşün... cebinde sayısız renkte ve milliyette eski taşlarla gelmeye devam eder ve kurak hüzünlere salar seni son asfalt tamircisi... eski taşlardan yeni haberler getirir usanmadan... senin cebin hiç onunki kadar karmaşık ve vazgeçilemeyen eskilerle dolmamıştır... sevda fakiri ilan edilmişsindir çoktan... ve günün birinde "yeni" kaldırım taşlarına "küçük mektuplar" bile yazar, senin artık can veren bedeninin üzerinden damlayan kum rengi mürekkeple... acımasız bir yabancının sapanından atılan taşlarla, defalarca vurulmayı seçen sensindir... bir zamanlar küçücük ayaklarının burkulup da dizlerini kanatan o ilk yarayı açan kaldırım taşlarının hiçbir suçu olmadığını çok geç öğretir hayat sana... fark etmezsin... en son sen duyarsın, ustanın öldüğünü... ve çöl tavuklarına yem olur sevdalı düşlerin... affetmezsin...

denizasli@gmail.com

Tuesday, 4. December 2007

Bazi arkadaslara duyrulur !!!!

Hep meşgul olduğunu söylersen, hiç müsait olmazsın.
Hep zamanın olmadığını söylersen, hiç zamanın olmaz.
Hep yarın yapacağını söylersen, yarın hiç gelmeyecektir.

Monday, 5. November 2007

Erdal Inönü icin

.....

En çok siyasetin sözünün geçtiği bir ülkede, siyasetin koynunda büyüdüğü ve her krizde siyasete davet edildiği halde, elinden geldiğince siyasete uzak durmuş, asıl aşkı bilime bir ömür adamıştı.
Bu kararı verirken yazdığı bir şiiri okumuştu bir söyleşimiz sırasında...
Şöyleydi şiir:
"Güzelsin biliyorum/ yerde gökte yoktur eşin...
Ama benim de gençliğim var/ o da bir defa gitti mi geri gelmez/
Söyle bana Anka kuşu/ bir ömrü adamaya değer misin?"

Anka kuşu, cevabını dünkü cenazede verdi:
Değerdi.

can.dundar@e-kolay.net

Tuesday, 18. September 2007

Ulan halk!

Niye benim tuttuğum partiye oy vermedin? Dangalak.
Bunlar seni uyutuyor...Anlamadın mı? Salak.
Sana doğrusunu da anlattık, ama nato kafa nato mermer, sende nerede o izan...
Ulan halk! Hadi bir şeyden anlamıyorsun, hadi kafan basmıyor, bari beni dinle ben ne yaz-dıysam o partiye oy ver, okuma da mı bilmiyorsun avanak.
Cahilsin yok yok cahil oğlu cahilsin, elifi görsen mertek sanırsın sende hiç mi kafa yok, o oyu nasıl öyle verirsin.
Bak yazdıkça kızıyorum, kızdıkça yazıyorum. Allahtan gazetelerin RTÜK'ü yok. Bana bu gazeteyi kapattıracaksınız. Ulan sadakaya memleketi satan halk!
Oh be! Azıcık rahatladım ama duuuuur sana bu laflar az bile senin kafan var ya kafan, içi boş.
Vur bak, ne sesi geldL.booooş ben demiştim. Bomboş. Adını yazmayı bilmezsin gider onlara oy atarsın.
Seni gidi rüşvet tutkunu, aldığı iki erzaka vatanı, milleti ve hatta devleti satan halk!
Çooook üzdün beni çooook. Sözümü dinlemedin, ille de elinden tutup mührü nereye vuracağını mı gösterseydim. Şavalak.
Sana işin doğrusunu anlattık, devletin bekasını da yazdık. Sen seversin diye "seçimlerde akın akın millet tatilden geri dönüyor" diye de azıcık gaz verdik. Ama işin gücün dolandırıcılık.
Ulan halk! Gittin tatil dönüşü bizimkilerin parasını ödediği otobüse bindin, yüzümüze güldün, oyunu onlara attın. Bari biletin parasını öde.
Ulan, siz yolcusunuz be, hancı benim, bi-ziz...köşeler baki, siz enayisiniz.
Enayi dedim de en çok içerlediğim, adamı enayi yerine koydunuz. Nerede o 'Cumhuriyet Mitingleri'ne katılanlar? O miting piyasa yer mi ulan! Oy vermeyeceksen orada ne işin vardı? Yalancı.
Okumazsın, bari sana söyleneni dinle. Biz burada eşek başı mıyız? Ne diyorsak o! Andaval.
Şimdi sen görürsün gününü...oh olsun sana! 'Susuzluk mu' dedin? Sana her şey müstahak. Bitli halk!
Uyuz ol, kaşın...benim partiye oy atsaydın olurdu dertsiz başın, (hımmm, bu sloganı bir sonraki seçim için kenara yazmalı)
Ben şimdi terfi de ettim, beş yıl boyunca senin anana avradına küfretmezsem ne olayım, siz ki "ananı al da git" diye oy veriyorsunuz. Ben de küfrederim, çok okursunuz..
Ulan halk! Sen bir kere ne mezunusun ha? Sende oy verecek ehliyet var mı?
Sen rasyonel biri değilsin? Bak şimdi güldürdün beni, sen rasyonelden ne anlarsın. Mankafa.
Ulan halk! Hem 'bu vatan satılık değil' diye meydanlara çıkarsın hem de iki erzak torbasına satılırsın, ucuz halk!
Mazoşist! -bak şimdi bunun da anlamını bil-miyorsundur- Sana beş yıl böyle hitap edeceğim, sen de beni "en çok okunan" yapacaksın. Ben seni anladım, sana acı çektireceğim, sen eşeksin, ben de semer vuracağım.
Sen ha bana/bize ha! Oy vermezsin ha! Ulan ben senin yedi sülaleni...
Ne bana ayrılan satırların sonuna mı geldik?
Önümüzde daha beş yıl var, benden kurtulamazsın dümbük halk!


Rıdvan Akar

ridvanakar@birgun.net

Thursday, 13. September 2007

12 eylül' deyince...

Yaşlı adamı, akşam, karısı ıspanak almaya yolluyor. Adam çıkıyor, ıspanağı alıyor. Tam evin yolunu tutacakken çeviriyorlar. Alıp götürüyorlar, elinde ıspanaklarıyla. Sorgu, sual. İşkence. İki yıl kadar tutuklu kalıyor. Sonunda hiçbir olayla ve örgütle bağlantısı kurulamıyor. Serbest bırakılıyor.... "Gitmem" diyor yaşlı adam, "ıspanağımı vermezseniz gitmem". "Deli misin be adam, defol git", sille tokat sonuç vermiyor. Ispanağım da, ıspanağım... Sonunda ıspanak alıp eline tutuşturuyorlar, razı oluyor çıkmaya.

Sordum ona. Dedi ki "Bütün bu yaşadıklarımdan sonra, ilk geri alabileceğim bir tek o kalmıştı. Direnme gücümü yenilemek için, kendime saygımı kaybetmemek için ıspanağımı geri almakla başlamalıydım hayata".

Tuesday, 4. September 2007

Anladılar anlamasına da

Dağda özgürce yaşayan bir inek, bir beygir, bir eşek, dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve beş yıl sonra buluşmaya karar verdiler. Her biri başka yöne yola çıktılar.

Beş yıl sonra buluşma yerine önce inek ile beygir geldi.

İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdi.

Beygir sordu: 'Nedir bu halin inek?..'

İnek iç çekerek anlattı:

'Bu insanlar merhametsiz. Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha varmış, onu yanıma koyup çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş...'

Sonra beygir anlattı:

'Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler. O indi öbürü bindi, o indi öbürü bindi... Binmedikleri zamanlar zincire vurdular... Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar, bu sefer birçoğunu birden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım yav inek kardeş...'

*

Ve uzaktan eşek gözüktü.

Eşek; ıslık çala çala, taşlara tekme ata ata geldi. Mutluydu.

Şişmanlamıştı, tüyleri parlıyordu, gözlerinin içi gülüyordu, üzerinde lacivert takımlar vardı.

İnek ile beygir, 'Nedir bu halin, neler oldu' diye merakla sordular, eşek anlattı:

'Bir memlekete vardım, birisi bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, duyan benim yanıma koştu, duyan koştu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım...'

'Sonra?..'

'Sonra beni başkan seçtiler...'

'Yani sen başkan mı oldun?..'

'Evet... Bir şey yapmama gerek kalmıyordu, ben bağırdıkça onlar 'Memleket seninle gurur duyuyor' diye alkışladılar. Yiyecek birçok şey vardı. Ben ise yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım...'

'Pekiii... Senin eşek olduğunu anlamadılar mı?...'

Eşek yanıtladı: 'Anladılar anlamasına da iş işten geçmişti...'

Monday, 3. September 2007

OYUNA GELMEYİN!

Ey asil ve necip Türk Milleti!

Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler hedefte Türk delikanlılarının ve enelde de Türk millletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiit atalarımımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerbik yapan çıkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk halien getirmektir. İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidi, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi? İç yağının, kuyruk yağlarının, anamızın VİTA yağının kolestrol yaptığı palavradır. Kolestrol, kebapları yedikten sonra iki şişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur.
Sakın bu oyuna düşmeyin.

Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adı altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim istikbalimiz olan yavrularını, abuk sabuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirilmişlerdir. Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap-soğan-lahmacun-çiğ köfte vb. lezzetleri yiyen, bardan bardak şalgam suyu içen yiyen yiğitlerimize hanzo-kıro gibi sıfatlar takmayı öğretmişlerdir.

Ayrıca son senelerde moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfağı diye bir şey yoktur. Bu sözde mutfak, acai p zerzevat ile acaip malukatın, wog adlı bir tencerede yan pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalar ile yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin. Helal değildir!

Unutmayın, su uyur, düşman uyumaz!

(Şişli'deki bir dürümcünün reklam broşüründen harfi harfine aktarılmıştır.)

Tuesday, 24. July 2007

Ne olcek şimdi?


...

“Bu halk gitti yine AKP’ye oy verdi, bu halk için çalışılmaz” türünde özünde halk düşmanı bir yılgınlık psikolojisinin yayılmasına da izin verilmemelidir.

Halk verdiği oydan dolayı suçlanamaz.

Halk yanlış yere oy verdiyse doğru partiyi kuramamışsınız demektir.

Yapılacak olan halkı suçlamak değil, muhalefet güçlerini eleştirmek ve halka doğruyu gösterecek partiyi inşa etmektir.

...

tüm makale için bkz.

Ara

 

Vesaire

Ç ç Ğ ğ İ ı Ö ö Ş ş Ü ü

»» Türk Harfleri Çevirmeni

»» Bize Ulaşın
»» RSS:Başlıklar

Arşiv

April 2024
Sun
Mon
Tue
Wed
Thu
Fri
Sat
 
 1 
 2 
 3 
 4 
 5 
 6 
 7 
 8 
 9 
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
 
 
 
 
 
 
 

Sıcağı sıcağına

https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
zehni - 9. Mar, 17:18
von Blogger zu Blogger
Würdest Du mir ein Interview geben? Ich schreibe unter...
ChristopherAG - 5. May, 01:06
Su akıyor ve ben gidiyorum...
Sonra fark ettim ki Su akıyor rüzgar esiyor Yağmur...
zehni - 15. Apr, 13:42
Sana..
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş...
zehni - 15. Apr, 13:32
Görenlere Aşk ola
Asik olan ummana düser vay vay vay Hayvan gelir insan...
zehni - 25. Dec, 16:15
İnek nasıl kaşınır?..
İNEĞİN köydeki Atatürk büstüne sürünmesi ve büstü devirip...
zehni - 26. May, 20:22
Takvimlerden haberin...
GECELER DÜŞMAN Söz - Beste : Adnan Ergil Takvimlerden...
zehni - 26. May, 20:19
DİNİ YİRMİ KURUŞA SATMAYANLAR
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep...
zehni - 10. Apr, 12:48
UPANİŞADLAR
İnsanlığın en eski felsefe eserleri. 4000 yıl önce,...
zehni - 17. Mar, 18:20
YEM BORUSU
Görmüyoruz sanmayın içyüzünü işlerin, O doğru duruşların...
zehni - 14. Mar, 13:02

Users Status

You are not logged in.

Durum

Online for 7139 days
Last update: 15. Jul, 02:03

turkey




Get Firefox!
Get Thunderbird!

CiDDi CiDDi
FUCKUELTE HAYVANI
gayriciddi
KOESHEM
OKUMUSH CHOCUK
SHARKI ve SHIIR
ya$ayarak
Profil
Logout
Subscribe Weblog