pen36 header icon36

ya$ayarak

Saturday, 31. December 2005

Ali Şükrü Fidan

.

Thursday, 22. December 2005

Memleketimden Insan Manzaraları

Yeryüzünde insanlar ya sigara içerler ya da içmezler.
Içenler, sigaralarini çakmak ya da kibritle yakarlar.
Ve bunlarin bir kismi da kanserden ölür.
Ama, dünyada demir çelik haddehanesinde çalisan hiçbir
isçinin, sigarasini yakmak amaciyla 600 tonluk pres makinesinin
arasindan emekleyerek geçip 2450 santigrad
sicakligindaki firina ulasmaya çalisirken can verdigi
görülmemistir.
-> Türkiye'de görülmüstür.
=> Karabük'te.

Bütün dünyada hasarat,özellikle sivrisinek vardir, buralarda da
sinek ilaci kullanilir.
Ama, sivrisinek yutup da midesine kaçan sinegi öldürmek üzere
agzina Shelltox sikmak suretiyle zehirlenip ölen, Türkiye'dedir.
=> Istanbul, Sultanbeyli.

Dünyanın her yerinde insanlar berbere gidip tiras olurlar ama,
hiçbir berber, rahatlatmak amaciyla müsterinin kafasini saga
sola kanirtirken adamin boynunu kirip onu öldürmemistir.
-> Türkiye'de öldürmüstür.
=> Erzurum'da.

Örnegin, bir bankamatikten para çekmek için dügmeye
bastiginizda elektrik çarpmaz ve ölmezsiniz ...
-> Türkiye'de ölürsünüz.
=> Bozcaada

Örnegin, hiçbir yerde, otoyolda giderken radyoda duydugu göbek
havasi esliginde göbek atmak için arabayi 'sag seride çeken' ve
az sonra da arkadan gelen arabanin çarpmasi sonucu ölen bilinmez.
-> Türkiye'de bilinir.
=> Adapazari.

Nüfus sayim günü sokaga çikma yasagi nedeniyle bombos otoyolda
(Dünyanin hiçbir yerinde böyle bir sey yoktur ve olamaz)
sayim görevlisi 'bariyerlere' çarpip ölmez.
-> Burada ölür.
=> Gebze.

Ayni isyerinde biri gece, biri de gündüz vardiyasinda
çalismakta olan ve her ikisi de 'mobilet' kullanan bir
baba-ogul, birisi isten çikip eve gider, öteki evden ise
gelirken bir kavsakta karsilasmazlar ve birbirlerine selam
vermek için ellerini kaldirinca çarpisip her ikisi de ölmezler.
=> Konya.

Marangoz atölyesinde çalisan isçiler paydosta üzerlerindeki
talaslari temizlemek için birbirlerine 'kompresör' tutarlarken,
biri ötekine saka yapmak için kompresörü onun arkasina yöneltmez,
öteki de 'saka öyle olmaz böyle olur' diye ayni kompresörü alip
berikinin makadina sokmaz ve adam bagirsaklari patlayarak ölmez.
=> Istanbul, Ayazaga.

Gemi mühendisi kazani kontrol etmek için kazana girdiginde biri
gelip kazanin kapagini kapatmaz ve sonra da gemi yola çikmaz.
=> Kocaeli, Dilovasi.

Bir adam ayakkabisinin içine kaçan tastan kurtulmak için
elektrik diregine yaslanip ayakkabisini çikarip silkelediginde,
yoldan geçen bir baskasi onu elektrik çarptigini sanmaz ve
elektrikle baglantisini kesmek amaciyla kafasina kürekle vurarak
onu öldürmez.
=> Rize.

Çünkü dünyanın hiçbir sehrinde, 'Buralarda bir pideci varmis,
ne tarafta acaba?' sorusuna
'Kiymali mi, peynirli mi?' diye cevap verilmez...
=> ?


Güler misin, aglar misin ?


(Sadi, 21/12/2005)

Wednesday, 21. December 2005

etiraflar.com


bir [itiraf.com] klonu daha,
ancak bu sefer sanki tam olarak türkçe değil:

[alıntı]
maniken Yaş: 21 Cinsiyyet: Kişi Şeher: Bakı
Duzu men ele de yarashiqli deyilem. yeni, ortayam. amma qizlarin psixologiyasina aid o qeder shey bilirem ki, istenilen qizi (umumiyyetle, hamisini yox) neinki yola getirmek, hetta ele eleye bilirem ki, ozleri arxamca qacsin.
[/alıntı]


y a z ı s ı z

.

(Doğan Arslan)

Wednesday, 16. November 2005

İyi arkadaş

İyi arkadaş iç çamaşırı gibidir; ayıpları kapatır. Daha iyi arkadaş prezervatif gibidir; seni daima korur. En iyi arkadaş viagra gibidir; düşeni kaldırır.

Sunday, 9. October 2005

.......

Bir taşla bin beş yüz kuş uçurayım diye düşünürdüm...

Bu yıl sadece akıl, fikir ve sabır diledim..
Kendime...

İclal Aydın

Wednesday, 28. September 2005

Sanat/Insanlar...

Sanat/Insanlar... (animasyon)

Monday, 19. September 2005

20 yıldır Ruhi Su'suzuz

Şişli Alanı'ndan Zincirlikuyu Mezarlığı'na doğru eller üzerinde bir cenaze taşınıyordu. 20 yıl önceydi. 20'siydi eylülün ve bu cenaze töreni aynı zamanda 12 Eylül'den sonra yapılan en kalabalık gösteriydi.
İşte o gün eller üzerinde taşınan, çiçeklerler giydirilmiş tabutta yatan; bu coğrafyada yaşanan acılı hayatların, devleti yönetenlerin muhalif bir sanatçıya karşı ne denli acımasız olduklarının, bir sazla bir sesten ne kadar korktuklarının da bir simgesidir. İşte bu yüzden de mezarının başında konuşan Aziz Nesin "Çorak yönetimlerin çölünde akıp gitti" diyecekti.
Van'da doğmuştu 1912 yılında. Adı Mehmet'ti. O tarihte, oralarda doğan birçok çocuk gibi annesini, babasını hiç bilmedi. Kendi anlatımıyla "Birinci Dünya Savaşı'nın ortada bıraktığı çocuklardan biri"ydi. 'Savaş artığı'ydı yani.
Adana'da yoksul bir aileye verildi çok küçük yaşta. Amcası ve yengesi bildi verildiği aileyi. Çobanlık yaptı yanlarında. Ama daha fazla dayanamadı 'üvey evlat muamelesi'ne. Çektiklerini gören bir komşunun yardımıyla 10 yaşında öksüz yurdu Dar-ül Etyam'a yerleştirildi.

Kendine 'kibar' isim aldı
Yeni bir hayat başlamıştı Mehmet için. Önce çocukluğunu keşfetti: "Oyun denen şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım."
Sesinin güzelliği burada da keşfedilmişti. Türküler, marşlar söyletiyorlardı. Öksüzler yurdundaki birinci yılında müzik öğretmeni Mehmet Tahir yurda bir keman aldırtıp Mehmet'i kemana başlattı. Böylece klasik müzikle tanışmış oldu.
Dördüncü sınıftayken Ankara'da Müzik Öğretmen Okulu kurulur. Yurtlardaki müziğe yetenekli, sesi güzel çocukların sınava yollanması istenir. Sınava girer ve kazanır ama sırasını beşinci sınıfta olan ve sınavı kazanamadığı için ortalıkta kalma tehlikesi yaşayan bir arkadaşına verir. Seneye gidecektir müzik okuluna.
Bir yıl sonra girdiği sınavı yine kazanır Mehmet. Kayıt için dosyaları Ankara'ya gönderilir ama dönemin Savunma Bakanı Recep Peker'den öksüz yurtlarına bir talimat gelir; 'Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek'tir.
Ama o mutlaka müzik okuluna gitmek istemektedir. "Göz muaynesinde az görüyormuşum numarası yaptım ama, sağlam olduğuma karar verdiler. O ara isimlerimizden dolayı küçümsendiğimizin farkına vardık. 'Kibar' isimlerimizle İstanbul'a, Halıcıoğlu Askeri Lisesi'ne geldik. Artık ben, Mehmet Ruhi idim."
Aklı fikri Müzik Öğretmen Okulu'na gitmektedir. Sonunda sahte kimlikle okuldan kaçarak Ankara'ya gider. Dönüşünde hapse atılır. Sonunda doktorlara yalvararak çürüğe çıkmayı başarır. Öksüzler yurduna geri gönderilir.
Arkadaşlarının aralarında topladığı parayla Ankara'ya giderek, otel odalarında, bir arkadaşından ödünç aldığı kemanla günlerce çalışarak girer sınava ve sonunda Müzik Öğretmen Okulu'nu kazanır. İlk yıl başarılı olduğu için, ikinci yıl yatılı okumayı hak eder. O yıl tek hece olduğu ve kolay okunduğu için 'Su' soyadını alır ve adı Mehmet Ruhi Su olur.
Müzik Öğretmen Okulu'nda, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası'na seçilir.
Konservatuvarın Opera Bölümü öğrenciliğini sürdürürken bir hocası keman çalışmasının ses tellerine zarar vereceğini, sesinin zayıf çıkacağını söyleyerek bir tercih yapmasını ister. Bunun üzerine kemanı bırakmak zorunda kalır Ruhi Su.
1936 yılında Devlet Konservatuvarı'nda opera sanatçısı olarak çalışmaya başlar. Bu serüveni 1952 yılına dek sürecektir.
Bu arada radyoda da 'Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' anonsuyla sunulan bir radyo programı yapmaya başlar. Büyük ilgi görür programı. Daha sonra cezaevinde evleneceği Sıdıka Su, kendisinden önce sesini tanımıştır Ruhi Su'nun.
"Ruhi o zamanlar radyoda türkü söylerdi. Tanışmıyoruz tabii. 15 günde bir, pazar sabahları saat 10'da, ailece toplanırdık radyonun başına Annem, Ruhi'nin sesini duyduğunda yemek yapıyorsa, önlüğünü çıkarıp, ellerini yıkayıp Ruhi'yi dinlemeye gelirdi. Müthiş bir saygı duyardı ona."
Radyodaki sesi "Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor" diye susturulur.


Cezaevinde evlendiler
1952'de opera binasından çıkarken Türkiye Komünist Partisi'ne üye olduğu gerekçesiyle gözaltına alınır. İstanbul'a götürülüp ünlü Sansaryan Han'da aylarca işkenceden geçirilir, tabutluklara konur. O sırada evlilik planları yaptığı felsefe öğrencisi Sıdıka Su da TKP üyeliğinden gözaltına alınıp İstanbul'a getirilmiştir. Aynı şeyleri yaşadıklarını beş ay sonra öğrenirler. Cezaevindeyken evlenirler. Beşer yıl hapse çarptırılmışlardır.
Yıllarca sazını alamaz eline. Arkadaşları paspas tahtasından bir saz yaparlar ona.
Arkasından sürgün yılları başlar. Sıdıka Su Ankara'ya, Ruhi Su da Konya'nın Çumra Kasabası'na yollanır 20 aylığına.
Üç ay sonra kendini eşinin sürgün yeri olan Ankara'ya naklettirmeyi başarır.
Bir dostları, Etimesgut'a iki kilometre uzaklıkta, bir tarlanın ortasında, elektriği ve suyu olmayan, kerpiçten yapılmış iki odalı bir işçi lojmanı verdi Su ailesine. Her sabah ve akşam iki kilometre yol yürüyerek jandarmaya imza atıyorlardı.
Ankara Emniyeti sahneye çıkarmamaya kararlıydı Ruhi Su'yu. Operaya da geri dönemiyordu. Eve ekmek götürebilmek için sırtında yük bile taşımıştı.
Sürgün cezası bitince Atıf Yılmaz'ın bir filmine müzik yaptı. Sonra da İstanbul'a giderek gazinolarda türkü söylemeye başladı. 60'larda Türkiye İşçi Partili yıllar, 12 Mart, ardından 12 Eylül... Hemen her iktidar döneminde yasaklamalarla karşılaşmıştı Ruhi Su. Tüm bunlara karşın evrensel müzikle Anadolu türkülerini buluşturmuş, yeni kuşaklara türküleri tanıtmış ve türkülerin bir başkaldırı aracı, muhalif bir silah olarak nasıl kullanılacağını açık biçimde göstermiştir. Yunus Emre'den Karacaoğlan'a, Köroğlu'ndan Pir Sultan Abdal'a, 'Zeybekler'den 'Semahlar'a kadar uzanmıştır sazının telleri. Nâzım Hikmet'in şiirini ilk besteleyen de odur.


Tedaviye izin çıkmadı
Su, ölümüne kadar 16 tane 45'lik plak, 11 uzunçalar çıkardı. Ölümünden sonra kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla eşi Sıdıka Su ve oğlu Ilgın Su özel arşivlerdeki ses kayıtlarından yararlanarak plak, kaset ve CD üretimini sürdürdüler. 12 Eylül ve uzantıları pasaport vermediği için tedavi olmaya gidemedi yurtdışına ve 20 Eylül 1985'te yaşama gözlerini yumdu. Ruhi Su'nun yaşamı devleti yönetenlerin muhalif bir sanatçıya dünyayı zindan etmek için neler yapabileceğini göstermesi açısından çarpıcı bir örnektir. Ama hem de tüm baskılara, işkencelere, hapislere, sürgünlere karşın inandığı yolda sapmadan yürüyen bir insanın neler üretebileceğinin de göstergesidir. Yarın Ruhi Su'nun 20. ölüm yıldönümü. Mezarı başındaki törenle, vakfında düzenlenen geceyle anılacak. Yani biz tam 20 yıldır Su'susuz. Ama onun ezgili yüreği hâlâ atıyor!

19.9.2005
Celal Başlangıç

Tuesday, 6. September 2005

Zekâ mı, mutluluk mu?

Her 'ortalama' insan daha zeki, hatta çok zeki olmayı hayal eder. Ne var ki
fazla zekâ, insanı mutlusuz edebiliyor. örnek mi? Gelin Yeni Aktüel dergisinin
son sayısında yer alan bir habere birlikte
göz atalım: Dağıstanlı Nahide Camukova, 1976'da Moskova'da dünyaya geldi... İki
yaşında okuma yazmayı öğrendi... üç buçuk yaşında ilkokula başladı... Dört
yaşında Kuran'ı ezberledi, Marx'ın Kapital
'ini okudu... Testlerde Einstein'ın zekâsına sahip olduğu ortaya çıktı...
Liseden 11 yaşında mezun oldu... İki üniversite bölümünü bitirdiğinde sadece 14
yaşındaydı... Gördüğü, duyduğu, okuduğu hiçbir
şeyi unutmuyordu... 25 yaşında hem tarih, hem de edebiyat profesörü oldu...
Rusça, Türkçe, Arapça, İngilizce, Farsça, Almanca ve Fransızca konuşabiliyor...
Müthiş bir yaşam, değil mi? Peki Camukova mutlu mu? Değil! Nedenini kendisinden
dinleyelim: "Yaşıtlarımla hiç arkadaşlık yapamadım; çünkü okulda herkes benden
büyüktü... Normal insanların yaptığı
şeylerden zevk almıyorum: Bir kere dahi diskoya gitmedim. Bugüne dek sadece iki
film izledim çünkü daha baştan hikâyenin nereye varacağını anlıyorum... Günde
ancak dört saat uyuyabiliyorum, fazlası
başımın ağrımasına yol açıyor... Hiç erkek arkadaşım olmadı; aşk nedir bilmem...
Bugüne dek hiç ağlamadım, bağırmadım. Hiçbir şey beni heyecanlandırmaz..." Şimdi
söyleyin bakalım, Camukova kadar zeki
olmayı ister miydiniz?

Monday, 25. July 2005

Bazilarina duyrulur !!!!!!!

'Eğer işiniz başka hiçbir şeye zaman bırakmayacak kadar yoğunsa yanlış giden bir şeyler var demektir; sizinle ya da işinizle ilgili.'
William J. H. Boetcker

Ara

 

Vesaire

Ç ç Ğ ğ İ ı Ö ö Ş ş Ü ü

»» Türk Harfleri Çevirmeni

»» Bize Ulaşın
»» RSS:Başlıklar

Arşiv

April 2025
Sun
Mon
Tue
Wed
Thu
Fri
Sat
 
 
 1 
 2 
 3 
 4 
 5 
 6 
 7 
 8 
 9 
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
 
 
 
 
 
 

Sıcağı sıcağına

https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
https://static.twoday.net/ yilmaz/images/DX07N_4UMAAC zhh.jpg
zehni - 9. Mar, 17:18
von Blogger zu Blogger
Würdest Du mir ein Interview geben? Ich schreibe unter...
ChristopherAG - 5. May, 01:06
Su akıyor ve ben gidiyorum...
Sonra fark ettim ki Su akıyor rüzgar esiyor Yağmur...
zehni - 15. Apr, 13:42
Sana..
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş...
zehni - 15. Apr, 13:32
Görenlere Aşk ola
Asik olan ummana düser vay vay vay Hayvan gelir insan...
zehni - 25. Dec, 16:15
İnek nasıl kaşınır?..
İNEĞİN köydeki Atatürk büstüne sürünmesi ve büstü devirip...
zehni - 26. May, 20:22
Takvimlerden haberin...
GECELER DÜŞMAN Söz - Beste : Adnan Ergil Takvimlerden...
zehni - 26. May, 20:19
DİNİ YİRMİ KURUŞA SATMAYANLAR
Londra'daki caminin yeni imamı şehre gitmek için hep...
zehni - 10. Apr, 12:48
UPANİŞADLAR
İnsanlığın en eski felsefe eserleri. 4000 yıl önce,...
zehni - 17. Mar, 18:20
YEM BORUSU
Görmüyoruz sanmayın içyüzünü işlerin, O doğru duruşların...
zehni - 14. Mar, 13:02

Users Status

You are not logged in.

Durum

Online for 7496 days
Last update: 15. Jul, 02:03

turkey




Get Firefox!
Get Thunderbird!

CiDDi CiDDi
FUCKUELTE HAYVANI
gayriciddi
KOESHEM
OKUMUSH CHOCUK
SHARKI ve SHIIR
ya$ayarak
Profil
Logout
Subscribe Weblog