ya$ayarak
Bayramda şeytana uydum; sakıncalı bir destan okudum.
Suçluyum.
***
Destan, Fırat Nehri kıyısında yazılmış.
Gılgameş, Sümer ülkesinin bilge kralıymış. Güçlü, yakışıklı, ama yalnızmış. Gücüne, gönlüne göre bir arkadaşı olmadığından halkını rahatsız ediyormuş.
Halk, ona gücüne denk bir dost vermesi için tanrılara yakarmış.
Gök Tanrısı, bu yakarışı duymuş. Fırat kıyısından aldığı bir avuç topraktan Gılgameş'in gücüne denk birini yaratıp kırlara salıvermiş.
***
Bir gün avcı, ormanda vücudu gibi suratı da kıllarla kaplı, insanla hayvan arası bir yaratık görmüş.
Tuzakları söküp atacak kadar güçlüymüş. Hayvanlarla arkadaşlık ediyormuş.
Avcı koşup durumu babasına haber vermiş. Bu yaratığın Kral'a arkadaş olabileceğini düşünmüşler. Yalnız onu eğitmek, insanlaştırmak gerekiyormuş. "Bunu ancak Tanrıça İnanna'nın tapınağındaki rahibelerden biri yapabilir" demiş baba...
***
Avcı hemen tapınağa gitmiş. Gördüklerini şöyle anlatmış:
"Tapınağın içi, gidip gelen rahip, rahibeler ve tanrılara kurban getiren, dua eden insanlarla cıvıl cıvıldı. Günah çıkaran rahiplerin kırmızı giysileriyle, erkeklere cinsel yaşamı öğreten rahibelerin başörtüleri göze çarpıyordu. Tanrılara sunulacak bira, şarap, süt, yağ gibi sıvılar, et, peynir, ekmek gibi yiyecekler tapınağın mutfağına götürülüyordu. Yakılan tütsülerin kokusu, uzaktan uzağa gelen lir seslerine karışıyordu."
***
Avcı hemen başrahibeyi bulup durumu anlatmış.
Başrahibe "Sana bu işi en iyi yapabilecek Şamhat'ı vereceğim" demiş.
Çok güzel ve çekici bir kadınmış Şamhat...
Üzerine, bir omzunu açık bırakan, dolgun vücudunu ortaya seren tülden giysisini giymiş, öylece ormana gidip lir çalmaya başlamış.
Müzik sesine önce hayvanlar gelmiş, sonra yaban adam...
Büyülenmiş gibi dinlemişler. Sonra hayvanlar çekilmiş, yaban adam Şamhat'ın yanına oturmuş, elini eline değdirmiş. Göz göze gelmişler. Gülüşmüşler.
Şamhat adama sarılmış.
Ona "Kırların Adamı" anlamına gelen Enkidu adını vermiş. Onu yıkamış, tıraş etmiş, giydirmiş. Adını söylemeyi, yemek yemeyi, su içmeyi, sevmeyi, sevişmeyi öğretmiş.
Sonunda vahşi bir yaratıktan, Kral'a bir arkadaş yaratmış.
***
Sonrası mı?
Bu destan asırlarca dilden dile gezdikten sonra çivi yazısıyla tabletlere işlendi.
O tabletler bulundu, sırrı çözüldü, dünya dillerine tercüme edildi.
Ve Şamhat'ın başörtüsü, 5 bin yıl sonra Türkiye'de mahkemelik oldu.
İzmirli bir avukat, Gılgameş'ı öyküleştiren Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ hakkında dava açtı. Çığ'ın "kadınların başını örtme adetinin tapınakta genel kadınlık yapan Sümer rahibelerine dayandığını" söyleyerek "kutsal değerlere hakaret ettiği" öne sürülüyor, yayıncısıyla birlikte 1 yıla kadar hapsi isteniyordu.
Böylece, Gılgameş'i yargılayan ülke olarak tarihe geçti Türkiye...
92 yaşında, saygın bir bilim kadınını yarın mahkeme huzuruna çıkaracak olmanın utancını da sırtladı.
***
Bayramda şeytana uydum, Gılgameş'i (Kaynak, 2000) okudum.
"Keşke..." dedim, "...bugünün tapınaklarında da kadınlar, sanata, bilime tahammülsüz dağ adamlarından insanlar yaratsa ve sevmeyi öğretse, nefret dolu yüreklere..."
can.dundar@e-kolay.net
zehni - 31. Oct, 11:39
Her kandilde, kandilimi kutlayan sevgili dostlar,
kandiller dini birer anma günüdür Bayram gibi kutlanmaz
(dı) ama son zamanlarda kandil mesajları - sanki Türkcell
ve Telsim'le ortakmış gibi sms - yağmuru yağıyor.
Tabiiki burda bizi düşünen ve anan dostlara haksızlık
yapmak istemem ama yaşadığımız ülkenin kuruluşunun
bayramı olan koskocaman Cumhuriyet Bayramında tek
bir mesaj gelmemesi düşündürücü !!!
Son yıllarda yaşanan dini yozlaşmaya insanların nasıl
kapılıp gittiklerini gördükçe üzülüyorum.
Kimsenin inançlarına karışmak gibi bir niyetim yok ama
inançlarında başka çıkarlar için kullanılmasını hic içime
sindiremiyorum.
Bu yüzden de tepki veriyorum....sizde verin..!!
(haklı bir arkadaşım)
Almanya'nın N24 isimli haber kanalındaki bir program için gazeteciliğe soyunan Bayern Münih'in kalecisi Oliver Kahn en sevdiği yazar Paolo Coelho'yla bir röportaj yapmış. Brezilyalı yazarın evinde hiç kitap olmayışı, kendisi de bir kitap kurdu olan Kahn'ın ilgisini oldukça çekmiş olacak ki ilk bu soruyu yöneltmiş yazara: "Kitaplar nerde?"
Gelen cevap oldukça şaşırtıcı: "Kitapları okuduktan sonra evimde tutmam. Sizin evinizde her yerde toplar mı var?"
Kahn'ın ikinci sorusu hayatta kendimize koyduğumuz hedeflerle ilgili: "Hedefimizi, neden belirlediğimizi bilmeden belirlediğimizde ne olur? Mesela ben eskiden hep kupa kazanmak isterdim, sadece kupa kazanmak isterdim. Hayatta en önemli şeyin bu olduğunu düşünürdüm. Ama kupa kazanmanın insanın hayatını güzelleştirmeye yetmediğini gördüm. Siz hayatta ne yapmak isterdiniz?". Brezilyalı yazarın cevabı yine ilginç: "Ben her güne bir başkası olarak uyanmak isterdim."
C(alinti)
Banu K. Yelkovan(Radikal )
zehni - 28. Oct, 13:22
Selâm,
Ayağımda sandaletlerim, gözümde güneş gözlüklerim, alt tarafta şortumla birlikte her tatlilimi Didim'de ihya edince, aklıma, yıllardır ülkemize gelip giden ve kendilerine "hello may fırend,ken ay help yu" diye seslendiğimiz turistler geldi. "Niye" diye soracaksınız değil mi? Gerçi sormasanız da olur. Yazı yazmak için sizden gelen ünlemleri bekleme huyum yoktur . Aklıma geldi çünkü ne zaman ben bu veya buna yakın kıyafetle dışarı çıksam, bu memleketin esnafı bana böyle seslenir. Hello may fırend, ken ay help yu.Takma adım gibi olmuştur.
Kimdir bu turistler? Genelde ekonomi kitaplarında ve ilgili bilimsel yayınlarda turistler "yerli" ve "yabancı" olmak üzere ikiye ayrılırsa da asıl gelmesi istenen, ekonomi kurmaylarının, esnafın ve bir grup magandanın ağzının suyunu akıtan türü, yabancı turistlerdir. Kesin bir tanım vermek istersek; bütün bir yıl deli gibi çalışıp kazandığı eşşek yüküyle paranın bit kadar bir kısmını, ülkemizde krallar gibi yaşayarak harcayan, sahillerimizde üstsüz güneşlenip gazetecilerimize fotoğraf malzemesi olan, tarihi yerlerimizi gezerek bizim de onlara dikkat etmemizi sağlayan insanlardır.
Turizm sezonu genellikle yazın başlar. Bizler, bu sezonun başladığını, ülkemizin büyük gazetelerinin baş sayfalarında yer alan üstsüz güneşlenen turist fotoğrafları ve altlarında yazan "Alman turist Helga, "Türk erkekleri müthiş" dedi " gibisinden bir asparagasla anlarız. Yanlış anlaşılmasın, Türk erkeklerinin müthişliğine çamur attığımız yok tabii. Ama bütün gavur hatunlarının her sene papağan gibi aynı saptamayı yapmış olması da biraz uyduruk gibi geliyor. Bugüne kadar hiçbir turistin "o kadar sulandılar, tık yok valla" dediğini duymadım. Yav madem bu kadar müthiş bu ülkenin erkekleri, neden bu kadar boşanma davası var? Millet eşini boşayıp, müthişliğini dünyaya göstermek için güney sahillerimizin yolunu tutmuyor ya. Var bu işin bir yerinde bir anormallik.
Bu turist takımının gezi proğramı, yaş gruplarına göre farklılık gösterir. Yaşı 50 ve üzeri olanlar (ki bunlara halk arasında "manyak mısınız oolum, bu yaşta buralara geliyosunuz. ölüceeniz kıyıda köşede" denir) genellikle İstanbul'daki tarihi ve turistik yerleri görmeye gelirler. Daha genç olanları ise "tarihi yiyim" diyerek ülkenin güney sahillerindeki plajları doldurur, geceleri barlarda dolaşıp müthiş Türk erkeklerini ararlar (çok ararlar...çünkü o mekânlara pek takılmam. Bu sene de gitmeyi düşünmüyorum)
Hep Türk erkekleri diyorum da... Sakın kızlarımız alınmasın. İsterlerse alınabilirler tabi ama ben bugüne kadar gazetede "Türk kızları müthiş" diyen bir yabancı turiste rastlamadım. Zaten adamcağız onu dese, hem onu hem de onu yayınlayan gazeteciyi linç ederler. "Lan sen bizim bacılarımız hakkında nası konuşuyon ööle"nin İngilizcesini veya Almancasını o adama tercüme edene kadar, morgdaki yerini alır bile... Sadece erkeklerimiz müthiştir yani maalesef. Kızlarımız da müthiş olabilir ama çaktırmadan.
Müthiş olan iki varlığımız daha var. "Türkiş raki, kebap". Bu turist tayfası ne gariptir ki bu ikiliye takmış durumdadır. Ne zaman sorsanız, "Türkiye iz vandırfıl, Türkiş raki, kebap." diye saymaya başlarlar.. İşin bu kısmını ben de anlamış değilim.Be adamlar... Aya insan göndermeyi beceriyorsunuz da o çok beğendiğiniz rakının fabrikasını niye kurmuyorsunuz? Kurun Köln'de bir rakı fabrikası, hem içersiniz hem de fazlasını bize satarsınız. Biz bayılırız kendi imalâtımız olan şeyleri yurt dışından geri satın almaya halbuki.
Turistlerle olan iletişimimiz gerçekten çok ilginçtir. Çok gözlemişimdir. Garip bir şekilde turistlere, sağır insan muamelesi yapılır bu ülkede. Sözgelimi adamcağız "sori, ver is dı Sultanahmet" dediğinde, Sultanahmet kelimesinden dolayı oraya nasıl gidileceğinin sorulduğunu şıp diye anlayan insanımız, hemen yolun ortasında bağırmaya başlar: "Sultanaaahmeet mii? Hee... Bööle giit bööle. Dosdoğru. Düz git düz." Vatandaş böyle anlatırken muhtemelen turist kardeşimiz "Anlamadan küfür mü ettik ki adam çok kızdı acep?" diye düşünüyordur. Muhtemelen de daha fazla kızdırmamak için anlamış gibi kafa sallayıp yoluna devam eder. İnsanlarımızın kavrayamadığı şey, bir turistin sağır veya aptal olmayıp, sadece dilimizi ve ülkemizi bilmediği gerçeğidir. Böyle durumlarda genellikle tarafların imdadına, evrensel bir dil olan "tarzanca" yetişir. Bir takım el ve kol hareketleriyle meramın anlatıldığı bir lisandır. İleri seviyelere götürüldüğünde çok işe yarar, espri yapılabilir, karşı cins tavlanılıp otel odası görülmeye gidilebilir, aids kapılabilir.
İletişimde yaşanan bir diğer tuhaflık da küfür etmedir. Turiste yapılan bir tarif veya satış sırasında çat pat konuşulan yabancı dilin arasına ufak tefek küfürler serpiştirildiğine çok şahit olmuşumdur. Didim çarşısında bir grup çocuğun, bir turiste parfüm satmaya çalışırken "lan ebeni. lan, ten (10) dalır (dolar) lan, gut (good) lan gut " demeleri, hala kulağımdadır. Sizi temin ederim ki her turist, konuşma arasında kendisine küfredildiğini anlamaktadır. Ve bunun acısını da bizi Avrupa Birliği'ne almayarak çıkartmaktadır. Yani bir turiste ettiğiniz her küfür, Avrupa kamuoyu olarak size geri dönmektedir.
Turistler, genellikle bol paralı varlıklar olarak görüldüğünden ve gerçekten de öyle olduğundan, bizim ülkemizde bizden farklı bir ekonomiyi yaşarlar. Bizim bir milyona aldığımız bir hizmeti onlar beş milyona alırlar. Bu yüzden de esnafın baştacıdır. Ama kandırıldıklarını kesinlikle bilmektedirler. Bunu da kötü propaganda yaparak veya bir daha gelmeyerek belli ederler. Anlayana tabi.
Niyedir bilmiyorum ama başta da yazdığım gibi sürekli olarak turiste benzetilirim bu şehrin esnafı tarafından.Ve her zaman da dükkânların vitrinine bakarken bir aklı evvel esnaf çıkar ve "Helo may frend, ken ay help yu?" diyerek taarruza geçer. Bendenizin en büyük zevki de bu taarruza "Sağ ol birader, biz kendi kendimize yardım ederiz." şeklinde cevap vermek ve yüzlerindeki ifadeyi seyretmektir. Fakat en acımasız intikamı Didim'deki çay bahçesinde almıştım.
Elimde fotoğraf makinem, yine güneş gözlüklerim, sandaletlerim, şilebezi gömleğim, tiril pantolonum.Gün boyu kah Alman turist yapmışlar beni kah İngiliz.Yorgunluğumu atmak için meydandaki çay bahçelerinin birine oturdum. Canlı müzik yapıyor adamın biri. Çok sevdiğim bir türküyü çalmaya başladılar. Doğal olarak müziğin ritmiyle sallandım.Turistiz ya, şarkıcı şarkıya girmeden elindeki mikrofonla bana doğru dönüp herkesin içinde "may frend, kam hiir " diyerek beni yanına çağırdı. Hesapta birlikte söyletecek, şirinlik yapacak amcam. Bozuntuya vermedik yanına gittik. Herkes dikkat kesildi, şenlik bekliyor bu garip turistten. Şarkının giriş sazı bitti tam şarkıya girecekken bizim şarkıcı seri bir hareketle elinden mikrofonu başladım ve ondan daha güzel bir şekilde "Yola çıktıııım maaardineee, düüştüm seniin deeerdiineee" diyerek şarkıya giriş yaptım.
İnsanın, kendine gülmeye hazırlanan bir çay bahçesi dolusu insanı bir anda şok edip yüzlerindeki şaşkın ifadeyle dalga geçmesinin ebedi hazzını işte o an yaşadım..
Alintidir..
zehni - 23. Oct, 19:00
"Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir."
Yani siz iyi niyetli olabilirsiniz.
Ancak bu iyi niyetiniz, doğru yöne gittiğinizin garantisi değildir.
zehni - 11. Oct, 12:09
Doğu Perinçek hakkında fazla konuşmak istemiyorum. Hepimiz daima değişiyoruz.
Bernard Shaw'un meşhur bir lafı var. '20 yaşında sosyalist olmayan eşek, 40 yaşında hala sosyalist kalan eşekoğlu eşşek.'"
Vural Savaş, Nuriye Akman'ın, "Perinçek'in en büyük hatası neydi?" sorusunu yanıtlıyor.
zehni - 10. Oct, 11:19
-"Doğuştan iş adamı "kime denir ? :Babası fabrikatör olan delikanlı.
-"Diplomat kime denir ? :Böylesine güzel bir vücudu ,kürk bir mantonun içine saklamanın günah olacağına karısını inandıran adam."
zehni - 5. Oct, 19:44
Bir Mevlevî’ye, neden külahınız bu kadar uzun diye sormuşlar, “Şişenin boyuncadır erenler, ağyar gelirken üstüne örter sırlarız” demiş.
TARİKATÇILAR uygarlığı sevmezler.
Niçin?..
Çünkü uygarlık ile birlikte gelişen teknoloji onların birçok enstrümanını ellerinden aldı.
Diyelim ki şeyh efendiye birçok haber gaipten gelir, müritleri birçok şeyi nasıl olup da öğrendiğine şaşar ve meleklerin ona haber taşıdıklarına inanırlardı.
Şimdi cep telefonları var.
Müritler şeyh efendiden önce duyuyorlar olup-biteni.
Şeyh kızıyor.
(........)
Yağmur duasına çıkardı şeyh.
Köylüler onun ağzının içine bakarlardı, keramet gösterip yağmur getirmesini ve yağmurun ne zaman yağacağını açıklamasını beklerlerdi.
Şimdi ABD uyduları yağmurun saatini bildirdikleri gibi, hangi ovaya, metrekareye ne kadar yağmur düşeceğini de iki gün önceden haber veriyorlar.
Şeyh yine kızıyor.
(........)
Müritleri onun uçtuğuna inanırlardı.
Şeyh hazretlerinin Musul’a gidip geldiğini, geçen gün Mekke’de görüldüğünü anlatırdı müritleri.
Şimdi herkes uçuyor.
Charter seferleri yaygınlaştı, tüm müritler havada.
Belki en az uçan şeyh.
Ve şeyh kızıyor...
*
İnançlı insanlar uygarlıktan rahatsız olmazlar, ama yobaz uygarlığı sevmez...
Çünkü uygarlığının getirdiği araştırmalar, buluşlar, ilim, bilim, teknoloji yobazın yalanlarını bir bir ortaya çıkarır.
İnsanlar akşam oturup ti-vi’lerde ateşin üzerinde en iyi yürüyenlerin ya da yanağına en iyi şiş saplayanların bizim tarikat şıhları değil, Hint fakirleri olduğunu görürler.
Bu nedenle yobaz uygarlığa karşıdır, uygar rejimleri yıkmak ister.
Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’yu dört bir yandan kuşatmış tarikatların, yobazların, dinci örgütlerin, softaların, uygarlığı hedef seçen laik cumhuriyete saldırmaları da bu yüzdendir.
Düzenbazlığını, sahtekárlığını, yalanını sürdürmek ister yobaz.
Yoksa kızar...
Bekir Coskun
zehni - 27. Sep, 10:13
Kaleden indirdiler / Kır ata bindirdiler / Üç günlük güvey iken / Yemen'e gönderdiler / Olur mu böyle / Kara gözlüm derdini söyle.
Bir İzmir türküsüdür bu. Sarı Zeybek albümümde yorumlamıştım bu türküyü.
Ege'de buna benzer türküler çoktur. Milas, Bodrum, Yatağan yöresinde askere giden gençleri uğurlarken, davul zurna ile Cezayir ve Halep adlı türküler çalınır. Yürek dağlayan bu ezgiler ile ağlaşır analar, bacılar...
Osmanlı'nın son yıllarında Arabistan çöllerinde çok sayıda Anadolulu genç can vermiştir. Gidip de dönmeyen bu çocuklar için ne çok ağıt yakılmıştır Anadolu'da. Analar, kardeşler, yavuklular...
Yemen Yemen şanlı Yemen / Toprakları kanlı Yemen / Ben yemene dayanamam / Nazlı yardan ayrılamam.
Ama ayrılmıştır yarinden garibim. Ayırmışlardır birilerinin kişisel hırslarından ötürü. Padişah hareminde gerneşe gerneşe keyif sürsün diye harcanmıştır küçücük fakir köylü çocukları. Zenginin çocuğu gitmemiştir Yemen'e. Osmanlı'da bedel vermek diye bir sistem vardır çünkü; bastırırsın parayı gitmezsin askere.
Yemen yolu çukurdandır / Karavanam bakırdandır / Zenginimiz bedel verir / Askerimiz fakirdendir.
Yine can istiyor Osmanlıcı kafa yapısı. Aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı Anadolu insanına lüks sayan padişahlık özentileri, Ortadoğu batağına sürüklemeye çalışıyor ülkeyi. ABD'li ve Avrupalı ağabeyleri öyle istiyor diye, gencecik çocuklarımızı elalemin topraklarında, elalemin çıkarlarını koruyalım diye öldürtmek istiyorlar. Yeni ağıtlar, yeni feryatlar istiyorlar. Analar oğulsuz, yavuklular yarsız kalsın istiyorlar.
Ağamı yolladılar Yemen eline / Çifte tabancalar takmış beline / Ayrılmak olur mu taze geline / Tez gel ağam tez gel dayanamırem / Uyku gaflet basmış uyanamirem / Ağamın öldüğüne inanamirem.
Ben de tüm bu türkülere rağmen hâlâ Ortadoğu Batağına asker gönderme kararına inanamirem değerli okurlarım. ABD, İngiltere ve İsrail'in düştükleri bataklığa bile bile girmeye inanamirem.
TBMM de CHP'nin birinci tezkereden bu yana sürdürdüğü kararlı tavrı sonuna kadar destekliyorum. Aynı zamanda meclis dışındaki tüm sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, sanatçıların, öğrenci örgütlerinin bu tavır doğrultusunda eylemler düzenleyerek, asker gönderme kararının uygulamaya geçmemesini sağlamaları gerekmektedir.
Askerimizi 'Barış Gücü' adı altında bölgeye göndermek istiyorlar. İsrail bölgede kalıcı bir barış için ne yapmıştır da, bizden barış gücü istemektedir? Yıllardır Filistin halkına karşı uyguladığı insanlık dışı uygulamalarına rağmen başarıya ulaşamayınca, girdiği bataklığa bizi de çekmeye çalışıyorlar. ABD icazetli yöneticiler de bu isteğe 'olur ağabeycim, sen iste yeter ki' deyip, gönüllü olarak bataklığa girmeye hazırlanıyorlar.
Yok öyle yağma!...
Kara çadır is mi tutar / Martin tüfek pas mı tutar / Ağlayanım anam bacım / Elin kızı yas mı tutar.
Çok istiyorlarsa ABD'li, İngiliz ya da Avrupalı yavuklular yaksın bu tür ağıtları.
Bu halk yeni Yemen türküleri yakmak istemiyor artık!..
Tolga Çandar
zehni - 1. Sep, 13:31