ya$ayarak
...
İnsan memleketini niye sever?
Başka çaresi yoktur da ondan.
Ama biz biliriz ki
bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı
orayı sevmektir.
Burasını seversen
burası dünyanın en güzel yeri.
Ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen
orası dünyanın en güzel yeri değil!...
yilmaz - 28. Feb, 17:56
...
İnsan sevdiğine yarasını verir mi ?
yilmaz - 25. Feb, 22:43
" Yaşım ilerledikce, en cok otuz yasini asmis bayanlara deger vermeye basladim." Iste bunun sebeplerinden birkaci:
Otuz yasini gecmis bir kadin asla sizi gecenin bir yarisi uyandirip "ne dusunuyorsun?" diye sormaz. Umurunda degildir cunku ne dusundugunuz.
Eger otuzunu asmis bir kadin TV deki maci seyretmek istemiyorsa, soylene soylene TV 'nin karsisinda yaninizda oturmaz. Yapmak istedigi bir seyi yapar. Ve bu genellikle daha enteresan birseydir.
Otuz yasini asmis bir kadin kendini yeterince iyi tanir ve kendinden emindir... Kim oldugunu, ne oldugunu, ne istedigini, ve kimden istedigini bilir.
Otuzunu asmis cok az kadin onun hakkinda ya da yaptiklari hakkinda ne dusundugunuzu onemser.
Otuz yas ustu kadin cogunlukla buyuk asklara, omur boyu surecek bagliliklara doymustur. Hayatinda en son ihtiyaci oldugu sey bir baska miz miz, devamli soylenen, ne yapacagina karisan, yapiskan bir asiktir.
Otuzunu asmis kadin, agirbaslidir. Bir operanin ortasinda ya da pahali bir restoranda sizinle ciglik cigliga kavga etmesi cok
nadirdir. Ha tabi hakettiyseniz, sizi vururken de hic tereddut etmez, sonuclarina katlanmayi da planlayarak...
Otuzunu asmis kadin ovguler yagdirmakta cok bonkordur, cogu
hakedilmemis bile olsa... cunku takdir edilmemenin ne oldugunu iyi bilir.
Otuzunu asmis kadin sizi bayan arkadaslariyla rahatlikla tanistiracak kadar kendine guvenir. Daha genc bir kadin, en iyi arkadasini bile gormezlikten gelebilir, yanindaki adama guvenmedigi icin.
Otuz yasin ustundeki kadin sizin onun arkadasina ilgi duymanizi hic sallamaz, arkadasinin onun aldatmayacagini bilir.
Kadinlar yaslari ilerledikce medyumlasirlar. Ona gunah cikarmaniza hic gerek yoktur, onlar her bir haltinizi bilirler.
Otuz yasini asmis bir kadin kipkirmizi bir ruj surdugunde bu ona cok yakisir. Ama daha genc kadinlarda boyle degildir.
Otuz ustu kadinlar aciksozlu, dogrucu ve durustturler. Ne kadar geri zekali oldugunuzu bir cirpida acik acik soyleyiverir, eger bir geri zekali gibi davrandiysaniz. Onun icin ne anlam tasidiginizi merak etmenize gerek yoktur.
zehni - 17. Feb, 23:15
15. yüzyilda yasamis hollandali düsünür.hümanizmin babasi.
erasmus, evlilik disinda dogmugtu; daha çarpici tabiriyle piçti;
din adami olmasina karsin kilisenin dogmatizmine hep kar$i çikti.bunun üzerine reformistlerden ilgi gördü.ama reformistlere de ele$tiri getirdigi için asla taraf olamadi. her zaman insan için iyi olani savundu ve kilise
yanlilariyla kilise kar$itlarini uzla$tirmaya çali$ti. ölünceye dek bunu ba$aramadi ama iki tarafa da dahil olmadi.
Türkçeye çevrilen tek eseri "delilige övgü"dür. bunun di$inda stefan zweig'in onun hakkinda yaptigi ara$tirma kitabi dilimize çevrilmi$tir. diger latince eserlerini meraklisi olmadigi için çevirmiyorlar sanirim. eh tabi insan caninin ekmek parasi kadar
ucuz oldugu ve hatta ekmegin insan canindan daha pahali oldugu bir memlekette kim napar elin hümanistini. ne desem bo$.
ayrica incil'in ana metni olan aramca'dan yaptigi tercüme ile (onun zamanina kadar, daha da önce yapilmis olan latince tercüme kullaniliyordu) yerlesmis
olan bir 'çeviri hatasini' tesbit etti. tesbit ettigi hata hiristiyanligin en büyük dogmalarindan birini yikiyordu!
erasmus'a kadar olan incillere göre; musa paygamber tuva'dan indiginde basina boynuz (kern) vardi! erasmus aramca orjinalleri okuyunca musa'nin basindakinin boynuz degil nur
(gern) oldugunu çözmüstür. tabii hiristiyan teolojisi tekrardan kendini revize etmek zorunda kalmistir.
tarihin en büyük hümanistlerinden biri olarak uygarligin siciline adini yazdirdi..
her çagin kendine özgü bir ortami vardir. kilisenin yetistirdigi bu kimsesiz çocuk, kimligini protestan-katolik çatismalarinin kanli savasim süreçlerinde belgeledi. ne var ki erasmus'u kavga adami sanmayin. o dünyasini kagit üzerinde sinirlamaya çalisan bir dü$ün adamiydi; benligini koruma içgüdüsü öylesine yogundu ki, kendisine çikarci, pisirik, yüreksiz diyenlerin haksiz
oldugu söylenemez. erasmus, roma kilisesine baskaldiranlarla papaliktan yana olanlar arasinda derinlesen çeliskinin uçurumuna düsmekten kendisini yasaminin sonuna dek korumaya çalisti..oysa hiristiyanlik dünyasi ikiye
çatliyordu ve bu çatlaktan sizan isik, yeni bir çagin aydinligini haber veriyordu. bagnazlik üzerine tahtini kurmus papanin otoritesi zayifladikça, ortaçagin karanlgi aklin isigiyla delinecekti..
rotterdamli erasmus iste bu süreçte aklin özgürlügünü savunmus; ama süregelen kavgada kendisinden baskasini tutmak yürekliligini gösterememistir.
yine de insanlik tarihinin büyük hümanistlerinden biri olarak aniliyor..
savasi yeren, krallari "halki sömürmekle" suçlayan, bilimi ahlaka indirgeyen rahmetli kisi...
prometheus - 17. Feb, 22:48
Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamin birinin esegi, kuyunun birine düsmüs. Niye düser, nasil düser sormayin. Esek bu düsmüs iste.
Belki kör bir kuyuydu, agzi tahtayla kapatilmisti belki, üzerine de toprak dökülmüstü.
Zamanla tahta çürüdü,zayifladi, toprakta biten otlari yemek isteyen esegin agirligini çekemedi ve güm. Hayvancik saatlerce aci içinde kivrandi,bagirdi kendi dilinde. Ayiptir söylemesi, anirdi yani. Sesini duyan sahibi gelip bakti ki vaziyet kötü.
Zavalli esegi kuyunun dibinde melul mahzun bakiniyor.Üstelik yaralanmis. Karsilastigi bu durumda kendini esegi kadar zavalli hisseden adamcagiz köylüleri yardima çagirdi.
Ne yapsak, ne etsek, nasil çikarsak sorulari havada kaldi. Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalismaya degmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek. Ellerine aldiklari küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attilar. Zavalli hayvan, üzerine gelen topraklari, her seferinde silkinerek dibe döktü. Ayaklarinin altina aldigi toprak sayesinde her an biraz daha yukseldi ve sonunda yukariya kadar çikmis oldu. Köylüler agzi açik bakakaldi.
Hayat, bazen bizimde üzerimize abanir.(Ne bazeni, çogu zaman.) Toz toprakla örtmeye calisanlar çok olur. Bunlarla basetmenin tek yolu, yakinip sizlanmak degil, düsünüp silkinmek ve kurtulmak, aydinliga adim atmaktir. Kör kuyuda olsak bile .
zehni - 14. Feb, 14:00
"Kılıç Ali", Atatürk'ün silah ve mücadele arkadaşıdır, vefatına kadar onun en güvendiği dostlarındandır; oğlu Altemur Kılıç'ın belgelere dayandırdığı anılarında, bu sorunun cevabını verir. (X)
***
"KILIÇ Ali"ye göre Atatürk'le, Latife Hanım'ın evliliği ilk günlerde gayet mutlu ve düzenlidir; fakat bu düzen giderek bozulmaya başlar...
Neden?
"Kılıç Ali" şöyle yazar:
"Atatürk neden hoşlanmıyorsa Latife Hanım onu yapmaya, kimi seviyorsa onları sevmemeye, onlara düşman olmaya başladı."
"Kılıç Ali" bir olay anlatır; bir akşam Atatürk ve dostları Çankaya'da sofradadırlar, neşeli bir gecedir, birden salonun üzerindeki odada biri tepinmeye başlar, tavanda asılı avize sallanır, Atatürk, yaveri Salih Bozok'a seslenir:
"Salih, çık bakalım yukarıya, bu terbiyesizliği hangi hizmetçi yapıyor?"
Oysa herkes gibi o da, tepinenin Latife Hanım olduğunu bilmektedir.
***
BİR gün trenle Konya'ya giderler, Konya'nın ileri gelenleri istasyondadır, herkes Gazi ile eşini karşılamaya hazırdır; lakin Latife Hanım henüz hazırlanmamıştır, Atatürk insanları bekletmemek için trenden inince, eşi arkasından pencereye gelir ve "Kemal, Kemal!" diye bağırır, adeta azarlar.
"Kılıç Ali"ye göre Latife Hanım "Kraliçe gibi" davranmaktadır.
***
ATATÜRK, sonunda boşanmaya karar verir, başyaver Salih Bozok, bu kararı uygun olmayan bir üslupla Latife Hanım'a söyleyince, Atatürk, "Doğru yapmadın!" der, "Latife Hanım halen benim adımı taşımaktadır."
***
BUNLAR "Kılıç Ali"nin anlattıklarıdır, ne kadar tarafsızdır bilemeyiz karar vermek için. Anılarının bu uzun bölümünü dikkatle okumak gerekir.
***
SONUÇ, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın, başyaver Salih Bozok'un kulağına söyledikleridir:
"Benim gördüğüm kadarıyla, bu kızcağızla oğlum mutlu olamazlar."
Annenin dediği çıkmıştır.
h.pulur@milliyet.com.tr
zehni - 5. Feb, 13:16
Evliyken âşık olmak ya da evli birisine âşık olmak hep tartışılır durur. Sevgiyi, aşkı görmezden gelenler, kurallara göre yaşamayı benimseyenler, bu durumu bir türlü kabullenemezler. Kabullenemedikleri gibi, kimin başına gelmişse de onu kınarlar, onaylamazlar.
Oysa aşkı yaşamak, heyecanlanmak, yüreğin hop etmesi, arzulamak gibi duygular, öyle yoğun ihtiyaçlardır ki, hiçbir kurala uymazlar. Bağımsızdırlar, kendi başlarına hareket ederler, sahibinin, "yapayım, yapmayayım" şeklindeki kararları bile hiç işe yaramaz.
* İşte bu nedenle âşık olmak, heyecanlanmak ihtiyacına kapılan bir kişi evli ise de âşık olur, evli birisine de olur. Bu insanları kınayıp, eleştirip, karalamanın hiçbir anlamı yoktur.
Öte yandan da; evli bir erkeğe âşık olmak, hele hele onun karısıyla olan ilişkisini sonuna kadar götüreceğini bile bile, pek mutluluk verici bir şey olmasa gerek. Çünkü aşk her zaman beraber olma isteğini, ona dokunarak yatma arzusunu, birlikte gezip eğlenip gülme özlemini ve en önemlisi kıskançlığı da barındıran bir duygu. Geceleri gidip de bir başka kadınla birlikte uyuyan, o kadınla yolculuklara çıkan, o kadınla tüm hayatı paylaşan, âşığıyla yalnızca kaçamak ilişkiler yaşayan bir erkek, insanı ciddi olarak acıtmaz mı? İlk günlerdeki o kaçamak ve yasak ilişkinin verdiği heyecan yerini üzüntüye bırakır ve hem çok acıtır ve hem de bana göre böyle bir ilişkiyi yürütmenin anlamı da yoktur. Hayat acılı bir aşk yaşayacak kadar uzun değil.
Üstelik bu üçlü yaşam içinde erkeklerin çoğu son derece bencil bir tavır sürdürüyorlar. Sevgililerine karılarını hiç sevmediklerini, onunla pek bir ilgisi kalmadığını söyleyip, onunla boşanmaya, o düzeni bozmaya hiç niyetli görünmüyorlar. Adam eğer öteki kadına âşıksa ve gerçekten evli olduğu ile ilişkisi bitmişse, ne gibi bir güç onu o evde, sevgilisinden uzak tutabilir? Çoluk çocuk bahanesi de palavra. Yetişmiş, evlenmiş çocukları olan adamlar bile bu bahaneyi gösterip komik oluyorlar.
Ne yazık ki erkekler evi ve sevgilisi arasındaki üçlü yaşamı büyük bir rahatlıkla sürdürüyor. Bu durumda her iki kadın da üzülüyor. Birisi bir şeyleri hissedip, artık erkeğin sevgisinin kaybolmasına, aldatılmasına üzülüyor; öteki madem seviyor, niye benimle olmuyor, gidip başka kadının koynuna giriyor diye üzülüyor. Beyefendi ise, "düzenimi bozamam" gerekçesiyle iki kadınla birden gönlünü hoş ediyor... Birinin ev kadınlığından, ötekinin kaçamak buluşmalarından, heyecanından, yenilik keyfinden yararlanıyor.
* Evli birini sevmenin ahlâksızlık olmadığını düşünüyorum. Ama bu kadar korkak, yalancı, iki yüzlü, kaçamak, zayıf, bencil bir erkekle uzun bir süre yaşamanın da mutsuzluk verici bir şey olduğuna inandığımdan, bana sorulduğunda, evli bir erkekle beraber olunmaması yönünde konuşmalar yapıyorum. Hiçbir işe yaramayacağını bilsem de.
Evli olup da çapkınlığı elden bırakmayan bir grup erkek var. Bunlar her hakkı kendilerinde gören, evdeki karısına bile özen göstermeyen saygısız tipler.
Ama bu ikili ilişkiyi sürdüren tipler, bir de "âşığım" diyorlar. Aşk, âşık olduğu kişiyi üzemeyecek kadar, bundan böyle artık bir başkasının yanında uyuyamayacak kadar, her zaman onunla olmayı isteyecek kadar önemli ve yoğun bir duygudur. Ne kendilerini kandırsınlar ne de karşısındaki insanı üzsünler.
Duygu Asena
zehni - 24. Jan, 23:28
...iyi kadınlar beni korkuttu, çünkü onlar, ruhunuzu ele geçirmek isterler sonunda, peki o zaman ne kalırdı benden geriye korumak isteyeceğim?
Açıkcası fahişeleri, düşmüş kadınları arzu ettim, çünkü ölüdür onlar ve serttirler, sizden hiçbir şey beklemezler. Çekip gittikleri zaman hiçbir şey kaybetmezsiniz.
Öte yandan bütün bunaltıcı bedellerine rağmen yumuşak, iyi kadınlara da hasret çektim.
İki türlü de kaybettim.
Güçlü bir adam her ikisinden de vazgeçerdi. Ben güçlü değildim. Böylece kadınlarla, kadın düşüncesiyle uğraştım durdum... (Kitaptan Alıntı)
zehni - 24. Jan, 23:07
AŞK MEKTUPLARI:
Rasim, bir aksam okuldan döndügü vakit, kendi ismine gelmis bir zarf buldu. Içinde, çiçekli bir kagit üstüne, su satirlar yaziliydi:
"Rasim Bey, Ben sizi uzaktan uzaga seven bir genç kizim. Çok güzel oldugumu korkmadan söyleyebilirim. Dünyada en büyük emelim sizin tarafinizdan sevilmek ve sizin esiniz olmaktir. Fakat yaslarimiz çok küçük oldugu için zannederim ki birkaç sene beklemek gerekecek. Simdilik kendimi size tanitmayacagim. Mektuplarinizi ..... adresine taahhütlü olarak gönderiniz. Benim çok mutaassip bir beybabam vardir ki, çok az sokaga çikmama müsaade eder. Bununla birlikte belki bir gün ayaküstü görüsebiliriz. Kendimi simdiden sevgiliniz ve nisanliniz saydigim için sizinle görüsmeyi fena ve ayip bir sey saymiyorum. Evde yalnizliktan çok canim sikiliyor. Mektuplariniz benim için bir teselli olacaktir."
On alti yasina gelmis her okul çocugu gibi, Rasim için de hayatta sevilip sevmekten daha önemli bir sey yoktu. Bu mektubu okur okumaz yüregine bir ates düstü. Tanimadigi bu kizi deli gibi sevmeye basladi.
O gece sinemaya gidecekti, vazgeçti, erkenden odasina çekilerek kendisini seven bu genç kiza uzun bir mektup yazdi. Mektubu posta kutusuna attigi zaman birdenbire on yas büyümüs gibi gurur duyuyordu. Isminin Bedia oldugunu söyleyen bu genç kiz, Rasim in mektuplarina düzenli olarak cevap veriyor, eger bir iki gün geciktirecek olursa kiyametleri kopariyordu.
"Sizi ne kadar sevdigini ve sizin mektuplarinizdan baska tesellisi olmadigini söyleyen bir zavalli kizin gözlerini yollarda birakmak dogru olur mu? Hem mektuplarinizi çok kisa yaziyorsunuz. Bir rica daha: mektuplarinizi biraz okunakli yaziyla yazamaz misiniz?"
Genç okullu, aksamlari erkenden odasina kapaniyor, sevgilisine kendini begendirmek için saatlerce müsveddeler yaparak, kitaplar gibi uzun mektuplar yaziyordu. Bedia ayni zamanda merakli bir kizdi. Bazen söyle sorular sordugu da oluyordu:
"Evlendigimiz zaman balayimizi geçirmek için acaba Italya ya mi gidelim, Isveç e mi? Bu iki memleket acaba nasildir? Halki nasil yasar ne is görür? Oralara gitmek için hangi denizlerden hangi memleketlerden geçilir?" Yahut da "Sen Abdülhak Hamit Bey in Eşber ini okudun mu? Nerelerini en çok begendiysen yaz da ben de okuyayim..." Genç okullu, nisanlisina karsi küçük düsmemek için, cografya ve edebiyat kitaplari karistiriyor, onun istedigi bilgiyi toplamak için günlerce çirpiniyordu.
Bedia bir mektubunda ona söyle darildi: "Sizinle muhakkak görüsmeye karar vermistim. Dün okul dönüsünde yolunuzu bekledim. Fakat bir genç kizin sevgilisi oldugunuzu hatirlamamis, çok fena giyinmistiniz. Üstünüz basiniz, ayakkabiniz çamur içindeydi. Çocuk gibi arkadaslarinizla mi bogustunuz acaba? Bunu görünce sizi mahcup etmekten korkarak yaniniza gelemedim."
Rasim fena halde utandi ve üzüldü. O günden sonra olaganüstü dikkat ve özenle giyinmeye basladi. Bedia bir kere de onun okuldan çikar çikmaz eve gitmemesinden, geceye kadar sokakta dolasmasindan sikayet etmisti. Acaba kendisi evde onun için aglarken, o, baska kizlarin pesinde mi geziyordu?
Rasim dünyada Bedia sindan baska hiçbir kizi sevemeyecegini yeminlerle yazdi ve sokakta dolasmaya, tesadüf ettigi kizlara göz ucuyla bile bakmaya cesaret edemez oldu. Bir aksam, Rasim in annesi Nedime Hanim kocasi Ahmet Beyi matemli bir çehre ile karsiladi, aglamakli bir tavirla: "Ah Bey, basimiza gelenleri sorma. Oglumuza Bedia isminde bir kiz musallat olmus. Bugün Rasim in odasini düzeltirken mektuplarini buldum.
Evladimiz elden gidiyor. Bir çare bul." Ahmet Bey de hiçbir meraklanma isareti görünmüyor, tersine kis kis gülüyordu. Sesini alçaltarak: "Korkma Hanim," dedi, "oglana ask mektuplarini yazan kiz benim! Oglandaki haylazlik arttikça artiyordu. Ne okuldaki ögretmenler, ne ben, bütün gayretimize ragmen, ona dogru dürüst yazmayi bile ögretemiyorduk. Nihayet düsüne düsüne bu çareyi buldum. Rasim in kiza yazdigi mektuplar sayesinde yeni yaziyi mutlaka ögreneceginden ve bu sene sinifi geçeceginden eminim. Dogrusunu istersen, ben de eski yaziyi bir zamanlar sana mektup yaza yaza ögrenmistim."
REŞAT NURİ GÜNTEKİN
zehni - 23. Jan, 00:39